Bu yazı bir siyaset bilimcinin değil, sıradan bir insanın gözlemlerinden ve yorumlarından oluşmaktadır. Çünkü siyaset bilimi “kavramlar”, “teoriler”, “ekoller” ve “yöntem” ile yapılabilir. Bu yazıda okuyacaklarınız şahsi politik değerlendirmelerimdir.
31 Mart 2024 Pazar günü Türkiye için yine bir seçim heyecanı yaşandı. On ay önceki genel seçimler sonrasında bu seçimin herkesi şaşırtacağı beklenmiyordu. Genel kanı heyecandan yoksun, çekişme olmayan ve muhalefetin ezileceği bir seçim olacağı yönündeydi. Seçime katılım oranı da bunu gösteriyor. 2023 Mayıs ayında seçmenin %84’ü sandığa gitmişken bu seçimde oran %78’de kaldı. Bir önceki yerel seçimde(2019) de benzer şekilde seçmenin %84’ü sandık başına gitmişti. Katılım oranının düşmesi seçmenin genel bıkkınlığını gösteriyor. Böyle bir bıkkınlık ve umutsuzluk atmosferinden dolayı sonuçlara hemen herkes oldukça şaşırdı. Zira ne anket şirketlerinin ne de araştırmacıların öngördükleri doğru çıkmadı. Seçimi heyecanlı yapan ve insanların takip etmesini sağlayan husus sonuçların beklenmedik oluşuydu. Birçok kişi sonuçların ters köşe etkisini görmek ve anlamaya çalışmak adına gelişmeleri takip etti. Hakikaten şaşırdık da. Yani seçim öncesi vaatler, projeler ve halkın sorunlarına çözüm önerileri değil, halkın tercihlerinin tırnak içinde garipliği nedeniyle heyecanlı bir seçim akşamı geçirdik.
Bunu şu şekilde ifade etmek belki durumun önemini daha da görünür kılacak: Ülke ölçeğinde vatandaş “ulan biz ne yapmışız aslında be” nidasıyla kendi eserini izledi. Halkın kendi de böyle bir sonuç beklemiyordu. Esasen bu yazının kaleme alınmasının da nedeni bu. Şimdi bazı başlıklar altında neler yaşandığına bir bakış atalım:
CHP’nin Beklenmeyen Yükselişindeki Anahtar Faktörler Neler?
Bu sorunun ilk cevabı kamuoyunda basiretsiz, beceriksiz ve zayıf bir algısı bulunan eski CHP genel başkanının yokluğuydu. Kılıçdaroğlu imajının olmaması CHP’ye yöneltilen birçok eleştiriyi ortadan kaldırdı.
İkinci olarak, “çözüm süreci” olarak adlandırılan kara günlerin ardından yapılan seçimlerde iktidar bloğu CHP’yi terör ile bağlantılı olmakla suçluyordu. Bunu eski genel başkan ve özellikle Canan Kaftancıoğlu üzerinden yapıyorlardı. Bu süreçte Kılıçdaroğlu ile beraber -İstanbul özelinde- Kaftancıoğlu’nun yokluğu bunu da ortadan kaldırdı.
DEM’in özellikle İstanbul ve Ankara’da aday çıkarması da benzer şekilde CHP’nin terör iltisakından sıyrılmasını sağladı. Böylece Milliyetçi ve muhafazakâr oylar daha kolay şekilde kazanılmış oldu. Yani bazı figürler ve ilişkilerin “yokluğu” kazanç getirdi.
Bu üç faktörün üzerine İYİ Parti’nin kuruluşundan itibaren seçmen nezdinde tam olarak kabul görmemiş yapısından sıyrılamaması ve yenilenememesinden dolayı yaşadığı düşüş de CHP için rekabeti azaltan bir etmen oldu. Böylece Milliyetçi seçmenin oyunu almak durumunda kaldılar.
Genel seçimlerde kendi tabanının tepkisini çeken DEVA, Gelecek ve Saadet gibi partileri sırtında taşımaktan vazgeçmeleri de oylarının tek bir çatıda konsolide olmasını olanaklı kıldı. Yani CHP seçmeni birçok yerde içlerine sinmeyen adayları desteklemeye zorlanmadı.
İstanbul özelinde AK Parti adayının iletişim teknikleri ve hitabet gücü İmamoğlu’na yenildi. Meydanlarda, toplantılarda kendinden emin ve etkileyici bir ses tonuyla konuşamayan bir kimsenin etkisinin az olması sürpriz değil. Bu durum yalnızca AK Parti adayı özelinde geçerli değil. Kentin mevcut belediye başkanına rakip olan diğer adayların halkı heyecanlandıracak ve umutlandıracak bir projesinin ve konuşmasının olmaması etkili. Diğer adaylar kentin sorunlarından bahseden konuşmalara imza atsalar da umut vaat eden bir proje ve hitabetten yoksun bir seçim hazırlığı geçirdiler.
Tüm bunlarla beraber ülke genelinde ve halk nezdinde ağır şekilde hissedilen ekonomik bunalımın faturası da bir şekilde kesilmiş oldu hükümete. Enteresan şekilde Türk halkı tepkisini genel seçim yerine yerel seçimde göstermeyi tercih eder oldu.
AK Parti Hezimet Mi Yaşıyor?
Hükümet partisinin eski başarılarından uzak olduğu ve seçimin mutlak galibi olmadığı açık. En önemli büyükşehir belediyelerinin ve belediye meclislerinde çoğunluğu sağlayamamış olmaları da mutlak bir başarısızlık. Kale olarak görülen ilçe ve il belediyelerinin kaybedildiği de görüldü. Bunların birçok sebebi var. Bu bir yenilgi olsa da hezimet değil. Zira ülke genelinde açık ara farkla geride değiller.
Bununla birlikte, Cumhur İttifakı Mayıs 2023 seçimlerindeki oy oranını korumuş görünüyor. Mayıs 2023’te Ak Parti %35,62 oy almışken 31 Mart 2024’te %35,51 almış gibi görünüyor. Cumhur İttifakı bileşenlerinin toplamı Mayıs 2023’te %49,46 iken Mart 2024’te %47,66. Yani anlamlı bir düşüş görünmüyor.
Buradaki asıl mesele yerel seçim özelinde taşların yerinin değişmesi. Yani ittifak partileri birçok ilde birbiriyle yarıştı ve birbirinden oy almaya çalıştı. Örneğin MHP, BBP ve Yeniden Refah Partisi genel seçimde Cumhur İttifakı’na kazandırırken yerel seçimde AK Parti’den Şanlıurfa, Yozgat, Sivas, Tokat ve Gümüşhane’yi aldılar. Bunun ilçe bazında da etkisi oldu mutlaka.
Yani bu partiler genel seçimlerde ülke için ortak kaygılar etrafında buluşabilirken yerel meselelerde kendi çıkarlarına odaklanma eğilimi sergilediler. Bu absürt bir durum değil.
Milliyetçilik Düşüşte Mi?
Özellikle Zafer Partisi’nin yakaladığı çıkış eğilimi ve Mayıs 2023 seçimleri ile beraber Türkiye için milliyetçiliğin yükselişi konuşulmaya başlanmıştı. Hatta Mayıs 2023 sonrasında bir “Milliyetçi Cephe”nin kurulabilme fikri bile ortaya atıldı. Yerel seçim öncesinde bile bu konuyla alakalı makaleler yayınlandı. Tüm bunlar üzerine 31 Mart akşamı ortaya çıkan sonuçlar birçok kişiyi şaşırttı. Zira Milliyetçi partiler son genel seçimlerdeki başarısını yerel seçimlerde gösteremediği kanısı oluştu.
Bence bu durum böyle değil. Türkiye’deki Milliyetçilik trendi düşüşte değil. Zira Milliyetçi olarak bilinen partilere oy verilmemesi Milliyetçi eğilimin yok olduğunu göstermeye yeterli kanıtlar sunmaz. Yani kısaca Milliyetçi oylar yalnızca yer değiştirdi bu seçimde. Bunun örneklerini özellikle İstanbul, Ankara, Bolu ve Afyon’da görmek olanaklı. İstanbul’da terör yaftasından yakasını kurtaran CHP özellikle İYİ Parti oylarını kendi çatısı altına alabildi. Ankara’da Milliyetçi seçmen -genel seçimde beklentilerini suya düşüren- Mansur Yavaş’a oyunu tereddütsüz vermiş gibi görünüyor. Bolu’da kaçak göç karşıtı mevcut belediye başkanı birçok çalkantıya rağmen kazandı ve Afyon’da DEM ve Hüda Par karşıtı söylemlerde bulunan aday ipi göğüsledi.
MHP bir önceki seçime oranla oy ve belediye kayıpları yaşasa da iller almayı başardı. AK Parti ile yarışıp az farkla kaybettiği birçok belediye de bulunuyor. Öte yandan psikolojik önemi bulunan Kars Belediyesi’ni bir şekilde DEM’den kurtarmayı başardı. Ancak MHP için önemli kayıplar söz konusu. Bunlar büyükşehir olarak Manisa ve önemli ilçeler olan Silivri, Etimesgut, Gölbaşı ve Polatlı gibi ilçelerin kaybedilmesi olarak sıralanabilir. Zafer Partisi ve İYİ Parti ise beklenen etkiyi gösteremediler. Psikolojik önemi olan Iğdır özelinde ise AK Parti az bir farkla DEM’e kaybederken İYİ Parti aday çıkarmasaydı durum farklı olabilirdi.
Peki Milliyetçi oylar neden yer değiştirdi? Çünkü Milliyetçi partiler halkı etkileyecek söylem ve hizmet vaadi üretemediler. Milliyetçilik düşüncesi genel seçimlerde bir tercih sebebi olabilirken yerelde teveccüh görmedi. Zira halk terör politikaları, kaçak göç, dış politika ve ekonominin millileşmesi gibi meselelerde Milli hassasiyetleri çözüm olarak görürken mahalli hizmetlerde daha pratik çözümler istiyor. Var olan Milliyetçi partiler il ve ilçe halklarına yeterli miktarda yol, altyapı, metro, sosyal yardım gibi vaatlerde bulunmadılar.
Milliyetçi partiler kentlerde var olan sorunları güzel bir şekilde dillendirdiler. Ancak bu bir tür “dertleşme” veya “doğruların konuşulduğu hoş bir sohbet”in ötesine geçmedi. Evet kaçak göç var, evet kentler iyi yönetilmiyor ama halk yerel seçimde pratik çözümler bekliyor.
Burada şöyle bir nokta da var. Birçok kazanan adayın da büyük vaatleri ve projeleri yok. Demek ki seçmen pragmatik bir şekilde tercih yaptı ve kazanabilecek en Milli adaya oy verme eğilimi sergiledi. Yarın genel seçim olsa MHP, Zafer Partisi veya İYİ Parti’ye oy verecek birçok kişi CHP ve AK Parti adaylarına oy vermiş görünüyor. Adana örneğinde olduğu gibi yalnızca Milliyetçi tabanda kutsal kabul edilen bir soyad taşıyor olmak seçimi kazanmaya yetmiyor. Milliyetçi seçmen de herkes gibi hizmet almak ve temsil edilmek istiyor.
Milliyetçi partiler bu durumdan sonuçlar çıkarıp mahalli müşterek ihtiyaçlara hizmet eden projeler ve söylemler üretmeli. Yol, metro, kanalizasyon, su ve sosyal yardım üzerine somut, basit ve kolayca halka anlatılabilecek ve heyecan yaratacak projeler üretilmeli. Belli ki salt Milli söylemler genel seçimlerde işe yarıyor.
Yeniden Refah Partisi’nin Yükselişi
Son iki seçimin flaş partisi muhakkak ki Yeniden Refah Partisi’dir. Mayıs 2023’te aldığı oy oranını artıran parti il ve ilçe düzeyinde birçok belediyenin yönetimini devraldı. Bu devralış sürecinde ittifak ortaklarının birçok il ve ilçeyi kaybetmesine ve ülke geneli seçim tablosu renginin değişmesine vesile oldular. Bununla birlikte parti genel bakanı üye sayılarının da hızla arttığını hemen her konuşmasında söylüyor. Yani isminin Yeniden Refah ile anılmasını isteyen ve bu parti için gönüllülük faaliyetinde bulunabilecek insanların sayısı gün geçtikçe artıyor.
Bununla birlikte muhafazakâr seçmen nezdinde güvenli bir liman olmayı sürdürdüler. Zira partinin İsrail ile ticaret meselesi ve Batı karşıtlığı sayesinde din ve ümmet temelli hassasiyetlere sahip kitlelerin oylarını aldığı kesin. Bu sayede AK Parti’nin genel politikalarından şikayetçi olan kimseler gönül rahatlığıyla Yeniden Refah’a oy verebildiler. Çünkü Yeniden Refah hem cumhur ittifakı ortağı hem de dini hassasiyetlere sahip.
Aday seçimlerinde de halk nezdinde sevilen ancak büyük partilerden aday gösterilmemiş isimlerle yol yürümeleri de etkili olmuş gibi görünüyor. Aldıkları oy oranı ve belediye yönetme imkânı sayesinde yükseliş trendleri sürecek gibi görünüyor.
Fikir ve hassasiyet temelli yükseliş milliyetçi oyları az etkilemişken muhafazakâr ve dindar oylarda etkili olmuş görünüyor.
Güneydoğu’nun ve DEM’in Ahvali
Vatandaşların oy verme süreci devam ederken Güneydoğu bölgesinde çekilmiş bazı videolar dolaşıma girdi internette. O illere memur olarak atanmış ve aileleriyle o illerde yaşayan birçok kişinin oy kullanmasına engel olmak istendi. Bunu yapan insanlar DEM taraftarları ve adayları idi. Oy kullanmaya giden kişilere nereli olduklarını soruyorlardı. Oy kullanmak isteyen memurlara ise hakaretler edip kavga etmeye yönelik tacizde bulunuyorlardı.
Eskişehir’de yaşayan ve oy kullanmak isteyen bir Ağrılı vatandaşın okul girişinde nereli olduğu sorgusu Cumhuriyet tarihinde yapılmamıştır. Ancak Ağrı’da oy kullanmak isteyen memurlara “hırsız” ve “namussuz” dendi dün. Bu kesinlikle namussuzca, kafatasçı ırkçı ve demokratik olmayan bir tutum. Ajitasyon yapmak için demokrasi kelimesi ardına sığınan bir partinin seçmenin demokratik haklarını engellemeye çalışması namussuzluktur. Herkesi ırkçı olmakla suçlayan bir partinin şiddet eğilimiyle taçlandırılmış bir ırkçı pratik uygulaması ise en hafif tabirle samimiyetsiz. Bu namussuzluk ve samimiyetsizlik zaten vardı ama daha görünür oldu bu örnekle.
Öte yandan DEM’in kazandığı illerde endişe verici bir durum söz konusu. Zira yıllardır hiçbir somut ve soyut vaadi bulunmayan bir zihniyet yalnızca körüklediği ötekileştirme algısıyla oy alıyor. Bir yöre halkının algısını yıllar içinde olumsuz yönde etkiliyor. Yöre halkını hizmetten, projeden ve umuttan yoksun kısır bir kimlik siyasetine mahkûm etmiş durumdalar.
Bu parti oy artırma kaygısı gütmüyor. Oysa varoluş gereği siyasi partiler oylarını maksimize ederek iktidar olma hedefine göre hareket ederler. Ancak DEM örneğinde kısır bir kimlik siyaseti uygulanarak ülkenin %10’unu geri kalan %90’dan zihnen koparma maksadı görülüyor. Ülkenin batısında ise uzlaşmaz ve kurnaz pazarlıklar yoluyla imtiyaz elde etmeye çalışıyorlar.
Bu tespit herkesin bildiği bir gerçek. Bir analiz değeri taşımıyor. Belki bir değerlendirme olarak şu sözler edilebilir:
Eğer DEM’in Güneydoğu’daki kentleri ülke genelinden zihniyet ve hissiyat olarak koparma stratejisine karşı akıl dolu bir politik söylem üretilmez ve uygulanmazsa gelecekte bu kopuşun etkisi artacak ve korkunç sonuçları olacaktır. Bir çözüm süreci belası önermiyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir grup zorbanın tekeline son verip vatandaşlarını politik zehirlenmeden kurtararak tedavi etmesi zorunluluğunun altını çiziyorum. Yani sorunu tespit etmek, karşı söylem oluşturmak ve uygulamak.
SONUÇ OLARAK
Bu seçimler gösterdi ki, vatandaş veya seçmen olarak insan faktörü değişkenlerin en hesaplanamazıdır. Seçmen davranışı üzerine yıllardır süren akademik araştırmalar var ve sürmeye devam edecek. Özellikle Türkiye gibi en ufak olayın haber değeri taşıdığı ve halkının haber bağımlısı olduğu bir ülkede bu öngörülemezlik her an her olayda kendini gösterebilir.
Siyaset genel kalıplarla yani klişelerle analiz edilemeyecek kadar çok faktörlüdür. Yani olaylar sadece ekonomi, sadece kaçak göç, sadece aşırı sağın yükselişi ile açıklanamaz.
Bu seçimler gösterilen adayların önemini belirgin hale getirdi. Projeler, sistemler ve vaatler değil isimler konuşuldu ve kazandı.
Cumhur ve Millet İttifakları oylarını korudular. Yalnızca yerel ölçekte oyların dağılımı değişti. Büyük ve derin bir değişim söz konusu değil. Bir başka ifadeyle; bölgeler halen aynı, taşların yeri değişti.
Yani bu partiler genel seçimlerde ülke için ortak kaygılar etrafında buluşabilirken yerel meselelerde kendi çıkarlarına odaklanma eğilimi sergilediler.
Anket şirketlerinin birçoğu yanıldı. Bu şirketlerin para karşılığı rakam sattığı daha da anlaşılır hale geldi. Öte yandan, halkın görüşleri günden güne saatten saate değişirken genel bir tablo çıkarmak geçmişe göre daha zor günümüzde.
Ülkemizde anketlerin işlevselliği ise ayrı bir tartışma konusu. Şahsi olarak akademik araştırmalarda da seçim analizlerinde de anketlerin kesinlikle güvenilmez olduğunu düşünüyorum.
“Anket şirketleri” iş kolunun değişmesi gerekiyor. Siyasi partilerin bu iş kolunda istihdam yaratıp profesyonelce kendi içlerinde kamuoyu araştırmaları yapması hem daha ekonomik hem daha etkili olabilir.
Milliyetçi seçmen özelinde bir kanı oturmaya başladı. Milliyetçi seçmen genel olarak bir fayda analizi yapıp oyunu en etkili yerde kullanma eğilimini son seçimlerde gösteriyor. Takım tutar gibi parti tutma eğiliminden oldukça uzak. Bu kitlenin -at gözlüklü olarak yaftalansa da- esasen rasyonel olduğunu gösteriyor. Ancak bence bu tam değil. Milliyetçi seçmen için “yarı eğitimli” veya “yarı rasyonel” diyebiliriz. Çünkü faydayı görebilse bu kitle -en azından bu seçim özelinde- fayda üretemiyor. Yani kurumsal bir çatı altında kitleleri peşinden sürükleyecek yerel yönetim projeleri üretemediler.
Bu açıdan muhafazakâr ve öteki siyasetine kurban giden Güneydoğulu seçmen kitlesinden ayrıştılar. Zira bu iki kitle yalnızca düşünce ve hassasiyet temelli oy verme eğilimindeyken milliyetçi seçmenler fayda, hizmet ve temsiliyet temelli oy verebilme yeteneğinde.
İstanbul İl Genel Meclisi’nde çoğunluğun CHP’ye geçmesi İstanbul için meşhur taksi sorununun nihayet çözüleceği anlamına gelebilir.
Genel olarak CHP nezdinde de AK Parti nezdinde de seçim sonrası yapılan konuşmalarda kullanılan dil ayrıştırıcı değildi. Bu kitlelerin sakinleştirilmesi açısından önemliydi.
Son olarak, birçok kişinin bu seçime bağlı olarak gelecek umutları yeşerttiğini okudum. Önceki seçimde de umutlar bitmişti. Halbuki umut ve gelecek bir seçime bağlı olacak zayıf kavramlar değildir. Bizler umudumuzun siyasi partilerden ve kalabalık kitlelerin oy verme şeklinden etkilenmesine izin vermemeliyiz.
Ülkemizin daha güçlü ve daha aydınlık bir geleceğe doğru ilerlemesini temenni ederim.
“AK PARTİ HEZİMET Mİ YAŞIYOR?” Bu bölüm oldukça ilginç ve dengeli bir analiz sunuyor. Özellikle, AK Parti’nin yerel seçimlerdeki performansını değerlendirirken, yazarın “hezimet” terimini kullanmamış olması dikkat çekici. Bu, makalenin tarafsız bir perspektif sunma çabası içinde olduğunu gösteriyor.
Makalede vurgulanan noktalardan biri, Cumhur İttifakı’nın oy oranlarındaki nispeten stabil durum. Bu, seçmen olarak beni düşündürüyor çünkü birçok kişi, AK Parti’nin son dönemdeki siyasi tartışmalar ve ekonomik zorluklarla boğuşmasının, partinin popülaritesini olumsuz etkileyeceğini düşünüyordu. Ancak, bu veriler, ittifakın genel olarak seçmen desteğini koruduğunu gösteriyor.
Ayrıca, yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı dinamiklere sahip olduğu vurgulanıyor. Yerel seçimlerde, partilerin ve ittifakların stratejilerinin yerel meselelere odaklandığı ve bu nedenle genel seçimlerdeki stratejilerden farklılık gösterdiği açıkça belirtiliyor. Bu, seçmen olarak beni düşündürüyor çünkü yerel yönetimlerin yerel ihtiyaçlara odaklanması önemli, ancak aynı zamanda ulusal politikaların da yerel seçimlerde etkili olabileceğini gösteriyor.
Sonuç olarak, bu bölüm, siyasi dinamikleri anlamak ve seçmen olarak hangi faktörlerin önemli olduğunu değerlendirmek için önemli bir perspektif sunuyor. AK Parti’nin yerel seçimlerdeki performansı ve Cumhur İttifakı’nın durumu hakkında daha fazla düşünmeme neden oldu ve gelecekteki seçimlerde nasıl bir etki yaratabilecekleri konusunda beni daha fazla düşünmeye yönlendirdi.
Bu bölüm, AK Parti’nin yerel seçimlerdeki zayıf performansını ve Cumhur İttifakı’nın durumunu objektif bir şekilde ele alıyor gibi görünse de, komünist bir seçmen olarak ben bu analizi daha eleştirel bir açıdan değerlendiririm. Yerel seçim sonuçları, kapitalist sistemin sınıfsal ve ekonomik eşitsizliklerini vurguluyor ve AK Parti’nin bu eşitsizliklere karşı etkili bir şekilde mücadele etmediğini gösteriyor.
Cumhur İttifakı’nın oy oranlarının nispeten stabil kalması, aslında mevcut siyasi sistemin işleyişine ve ekonomik güçlerin manipülasyonuna dayanıyor olabilir. Yani, bu durum, seçmenlerin gerçek ihtiyaçlarına ve taleplerine uygun bir şekilde demokratik bir temsili sağlamaktan ziyade, mevcut güç yapılarının çıkarlarına hizmet ediyor olabilir.
Ayrıca, yerel seçimlerdeki stratejik kaymaların altında yatan nedenler de incelenmeli. MHP, BBP ve Yeniden Refah Partisi’nin yerel seçimlerdeki başarısı, belki de seçmenlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm bulmak yerine milliyetçilik ve muhafazakarlık gibi ideolojik unsurlara odaklandığını gösteriyor olabilir. Bu da, siyasi arenada gerçek bir değişim ve adalet arayışı yerine, statükoyu korumaya ve sınıfsal eşitsizlikleri güçlendirmeye hizmet edebilir.
Sonuç olarak, bu bölümdeki analiz, kapitalist sistemin sınıfsal ve ideolojik dinamiklerine daha eleştirel bir bakış açısından değerlendirilmeli ve gerçek bir demokratik değişim için mücadele eden komünist seçmenlerin perspektifinden incelenmelidir.
AK Parti 24 yıldır ülkede birçok yeniliğin ve değişimin öncülüğünü yapmıştır. Ancak 24 yıl uzun bir süre. 1. Zamanın yıpratıcılığı 2. Söylemlerin tutarsızlığı inandırıcılıktan uzak kalması 3. Ekonomik Adaletsizliğin düzeltilememesi düşüsün başlıca sebepleri oldu. Ülkenin %20 lik dilimi refah içinde yüzerken %80’lik bir kesim ekonomik sıkıntıların ıstırabını yaşıyorsa elbette AK Parti düşüşe geçecektir. Kaldı ki bunca sıkıntıya rağmen Cumhur İttifakı oyunu çok da düşürmedi. Artık Ak Parti bana göre karizmatik, genç çağı her yönden yakalamış en az bir yabancı dil bilen lider arayışına girmelidir. Tayyip ERDOĞAN’ı da aşabilecek bir lider bulunamazsa artık AK Parti sona yaklaşıyor demektir. Ülke büyük bir ekonomik atılım büyük değişimler istiyor. Sadece %20 lik kesimin değil topyekun bir şahlanış istiyor.