Atatürk
Atatürk

Osmanlı Birliği’nden Komüntern’e Türk Milliyetçiliği – II

Bu yazı dizisi Ulusal Dergisi’nin 1998 Kış-Bahar sayısında yayınlanmıştır.

Yakın bir zamana kadar Sultan Galiyev hattında üniversiteli bir grubun mevzii kalmış fikir teatileri dışında, Anglosakson hâkim görüşün ötesine geçerek Türk Milliyetçiliği tarihinin kendi özgül şartları içinde doğup geliştiği pek de ifade edilmemiştir. Anglosakson medeniyetinin oryantalize ettiği “Batılı” bakış biçimi dışında, Osmanlı Birliği’nden “Turan Komüterni”ne, Osmanlı Mliiyetçiliğinden Komütern Milliyetçiliğine uzanan geniş bir hatt-ı hareket çok ilginç noktalarda kesişerek yarı Sovyetik, yarı imparatorlukçu ziyadesiyle Asyatik bir karakter taşımaktadır. Böylesi bir teze yukarıda zikredilen Galiyevistler dışında ilk olarak Masami Arai’de rastlıyoruz. Arai “Batılı olmayan ülkelerin, Batı’nın gücünün ve kültürünün etkisiyle geçirdiği dönüşümün oldukça ilgi çekici bir konu olduğunu ancak Batı standartlarına göre eğitilen Asyalı ve Afrikalıların, yaptıkları çalışmalarda, doğal olarak, Batılılaşma standartlarıyla değerlendirdiklerinden bahisle “genel kanaatin aksine Türk Milliyetçilerinin hep laikleşme ve Batılılaşma siyaseti izlemediklerini” belirtir.[1] Pek tabii laikleşme, Batılılaşma sacayağının bir diğer unsurunun da milliyetçilik olduğu hatırda tutulmalıdır. Ancak, Türk milliyetçiliğinin gelişim süreciyle, Batılılaşma ve Osmanlılıktan-Komüntern’e şekillenen milliyetçilik olgusu arasında sonuçları açısından oldukça ilginç bağlantılar vardır. Ne var ki, hanedanlığın lağvedilmesiyle ve Anglosakson medeniyetini bütün kurumları ve zihniyet yapısıyla Cumhuriyet Türkiyesi’nin topyekûn kabulü, yukarıda işaret edilen “Osmanlılık ve Komüntern” ilişkisini yok sayarak, itirazsız kabule dayanan “yeni bir ulusçuluk yahut uluslaşma” tarihi yaratmıştır.

Türk milliyetçilik süreciyle, Türk toplumsal tarihinin anlamlandırılmasında ve “yeniden toplumsal mukavelenin” imzalanma, toplumsal barışın sağlanması açısından “tarihteki kırılma noktasının” öncelikle tespit edilmesi gerekmektedir. Bu noktada karşımıza izah edilmesi gereken iki husus çıkmaktadır:

Bunlardan birincisi, Türk Milliyetçilik hareketinin -hiç olmazsa ilk anda- “modern milliyetçilik” akımlarının gelişmesinde mihenk taşı olarak alınan 1789 Fransız İhtilali dalgasının doğrudan etki alanında yer almasıdır. Hatta Fransız İhtilalinden rahatsız olan o dönemin mutlakiyetçi rejimlerinin kapılarını Fransızlara kapatmasına karşılık, Osmanlı yönetimi tam tersine Fransızların koruyucuları olurlar.[2] Ancak ihtilalin ilk dalgasının yankıları Balkanlarda tesirini gösterdikten sonraki sonuçları itibariyle bütün devletlerde görülen milliyetçilik hareketleri ivme kazanır. Fakat burada ilginç olan asıl husus Fransız Milliyetçiliğinin Fransa için geliştirdiği tema ile Osmanlı Milliyetçiliği temasının bir yönde benzerlik taşımasıdır -ki o da “toprak milliyetçiliğini” vurgulayan “Fransa’yı bin yıldır Fransa’da yaşayanlar yaratmıştır” sözüne karşılık, “Memalik-i Osmani’de yaşayan herkes Osmanlıdır” temasıdır. Ancak bu bir etkilenme değil, Memalik-i Osmani’nin kendi konumunun ortaya çıkardığı bir olgudur ve bizi ilgilendiren asıl husus budur.

Batılı formasyonun belirlediği yahut yönlendirdiği metot bir yana bırakıldığında (çünkü bizim tarihimiz kendi şartları içinde gelişmiştir, batının şartlarında değil) Türk milliyetçiliği süreci ve siyaseti üç kolda cereyan eder. Bunların birincisi; dünyadaki iktisadi ve sosyal değişmeler karşısında hemen hemen hiçbir tez ortaya koyamayan İslamcılık ve ikincisi dünyadaki gelişmeleri fevkalade hassasiyetle takip eden, içinde Türk birlikçi fikirlerden, toprak milliyetçiliğine dayanan imparatorluğu savunan Osmanlı-Türk milliyetçiliği. Bu iki akım imparatorluğun tasfiyesine kadar devam ederek Cumhuriyetin kurulup siyasi olarak Anglosakson medeniyetine eklemlenme çabalarıyla son bulan dönemdir. Burada Cumhuriyet Türkiyesi dönemi Türk milliyetçiliğinin işin içine katılmaması gerçekten de Cumhuriyet dönemi milliyetçiliğinin terminolojide tam anlamıyla bir “uluslaşma” ideolojisi olarak ayrı bir yol ve anlam taşıması sebebiyledir. Gerçekten de Genç Osmanlılar ile başlayıp imparatorluğun topyekûn tasfiyesiyle son bulan dönemin Türk milliyetçiliği ile, yeni dönemin arasındaki fark oldukça barizdir. Birinci grup (Osmanlı Milliyetçiliği) her şeye rağmen Türklükle, Türkçülükle Devlet-i Ali Osmani’nin bütünlüğüyle özdeşleşirken, ikinci grupta Anglosakson medeniyetinin tartışılmaz doğru olarak sunduğu ve bunu da Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin peşinen kabullendikleri “dar ulusçulukta” müşahıslaştırmalarıdır. Ne var ki, genç cumhuriyetin buradaki en büyük açmazı veya göremediği husus şu idi: Anglosakson medeniyeti “ulus devleti” doğululara dayatmıştı fakat, aynı medeniyet o günden bugüne kadar imparatorluk kimliğini de korumuştu. Ve bunun karşısında Cumhuriyet Türkiyesi’nin milliyetçiliği; o günden bugüne hala belli bir zemini olmayan, kafatası ölçmekten (antropolojik), Alman menşeli kan, soy milliyetçiliğine kadar pek çok noktada gidip gelmiş, en sonunda da bugünkü söylemiyle “kişi kültüne” dayanan “Atatürk Milliyetçiliğine” gelip dayanmıştır.

                                                                                               Devamı haftaya…


[1] Massai Arai, Jötürkler Dönemi Türk Milliyetçiliği, İletişim Yay., 1994.

[2] Prof. Dr. Taner Timur, Osmanlı Çalışmalarım, s.114, İmge Yay., 1996.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz