Atatürk
Atatürk

Bozkurt Gibi İş Görmüş Olan Hüseyinzade Ali Bey

Yaşar Karayev ‘Türkçülük direksiyonunda’ Hüseyinzade Ali Bey’i gördüğünü söylüyor. Ümmetçiler, Rusçular, İngilizciler, etnikçiler ve benzerleri Hüseyinzade’yi sevmezler. Menfaatlerin çeliştiği değil çakıştığı yerde Türklük karşıtları kolayca aynı yerde buluşuyorlar. Hüseyinzade bir harç, bir çimentodur. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu aydınlarını da Türk dünyasını da etkileyip yönlendirmiştir. Türklüğün uyanış veya diriliş hareketini başlatmıştır. Hüseyinzade tabii ki tek başına değildir. Tabii ki kendisinden ibaret görülemez. Öyle olsaydı fikirlerinin hiçbir anlamı kalmazdı. Büyük Üstat Hüseyinzade’yi putlaştırmayacağız. Ama onun unutulmasına da göz yummayacağız.

Hüseyinzade Ali Bey’in özel hayatına baktığımızda patlıcan aşına düşkün olduğunu görüyoruz. Yumuşak huylu, ağırbaşlı ve mütevazı olduğu söyleniyor. Titiz bir kimse. Sabahları tıraş olması bir saat, giyinmesi iki saat sürermiş. Kadınların dışarıya çıkarken hazırlanmalarının uzun sürmesinden yakınırız biz erkekler. Hüseyinzade Ali Bey acaba bu hususta kendi hanımına ne diyordu? Bizler için bir lâtife meselesidir bu. Sevdiğimiz kişilerin huylarına daha fazla takılırız. Hüseyinzade her sabah altıda uyanırmış ve buz gibi suyla başını yıkarmış. Böylelikle kendisini dinç tuttuğu anlaşılıyor. Türk Ocakları’nın kuruluş dönemini anlatan Kıvılcım adlı romanı yazmaya başlamadan önce Türk Ocaklıları, İttihat Terakkicileri ve onların muhaliflerini araştırmaya koyulduğumda Hüseyinzade Ali Bey’in öne çıkmışlığını, onun önder konumunu daha fazla fark etmiştim. Türk Ocakları tarihini çalışmaya başlamadan önceki malumatım ya yüzelseldi ya da kulaktan dolma bilgilerle sınırlıydı. Türkçü geçinmeme rağmen kendimdeki eksikleri Kıvılcım’a hazırlanırken idrak edebilmiştim.

Yumuşak huylu bir kimsenin Türk tarihinin o çetrefilli devrinde büyük işlere kalkışma cesareti beni şaşırtmıştı. Demek ki önyargılarım varmış. Botanik meraklısı Hüseyinzade Ali Bey’in hâfızası da çok güçlü. Ne kadar çiçek türü varsa her birinin Latince adlarını falsosuz sayabiliyor. Ressamlığa yeteneği onun ayrı bir hüneri. Öyle amatörce sıradan resimler çizmiyor. Hâfızası gibi fırçası da sağlam. Ressamlıktaki üslûbunun büyüleyici olduğu vurgulanıyor. Petersburg Güzel Sanatlar Akademisi’ne bile girecekken ucundan dönmüş. Feyzaver Alpsar onun tablolarında ışıkla hüznü karıştırmasındaki beceriyi çok sevdiğini belirtiyor. Şiir gibi manzara çizebiliyormuş. Hüseyinzade’nin Faust ve Goethe’ye ilgisi yine bilinen bir husustur. İç dünyasında kötülük kavramını çok kurcaladığı kanısındayım. Hüseyinzade’nin yaşadığı çağda Batı’nın dünyayı acımasızca sömürmekte oluşu ve Faust’un da Batı’da kaleme alınmış olması muhakkak ki Hüseyinzade Ali Bey’i derin düşüncelere sürüklemiştir. İşte bu bakımdan iki beşerî şeytan söz konusu edilebilir. Şark dünyasının kirlenmiş hantal ahlâkı ve Garp dünyasının ahlâksız Kalvinci ahlâkı.

Hüseyinzade’nin beyaz sakalı ve pembe yüzüyle etrafında derviş-meşrep hisler uyandırdığını söyleyebiliriz. Ziya Gökalp, o üçlü düsturuyla Hüseyinzade, Türk dünyasına yeni ufuklar açtı diyor. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak üçlüsü Azerbaycan bayrağına da renklerini veriyor. Bunun böyle olması gayet doğaldır çünkü Hüseyinzade aynı zamanda kuvvetli bir ressamdır. Yaşar Karayev’in düşüncesine göre Mustafa Kemal Atatürk ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’ ilkesini Hüseyinzade’nin öğretisinden çıkarmıştır. Yakın tarihimize siyaseten nazar attığımızda Cumhuriyeti kuranlarla İttihatçılar arasındaki sürtüşmeyi görüyoruz. Oysaki İttihat ve Terakki’nin temelinde de Cumhuriyet’in temelinde de Hüseyinzade Ali Bey’in ağırlığı açıkça beliriyor. Yakın tarihimizi ne derece sorgularsak sorgulayalım şunu hiç hatırdan çıkarmamalıyız ki binlerce yıllık Türk tarihinde iktidar sürtüşmeleri hep vuku bulmuştur. Bizler bugünden uzak ve yakın geçmişimize eğildiğimizde birbirleriyle kavgalı olan Timur’u ve Osmanlı’yı inkâr etmiyoruz. Keşke kavga etmeselerdi de Türk Birliği’ni kursalardı diyerek yakınıyoruz. Bugünlerimize ve bugünlerden önceki mâzimize gelecek nesillerimiz nazar attıklarında Atatürk-Enver sürtüşmesini olağan karşılayacaklardır. Bunu mesele haline getirmeyeceklerdir. Türklüğün dünya üzerindeki tâlihine dar çerçeveden, tek yüzyıldan, muayyen bir coğrafyadan bakılamaz. Türklüğün geçmişi ve geleceği muazzamdır. Türklüğün coğrafyası da Sibirya’dan Doğu Avrupa’ya muazzamdır. Meşrutiyet ile Cumhuriyet bu muazzam Türklük evreninin birer parçasıdır.

Hiç kimseyi putlaştırmayacağız demek kolaydır. Bunun yanı sıra bir parça kutsallaştırma gereklidir. Batı dillerinde buna motivasyon deniyor. Bizler indinde Enver de, Atatürk de, Mete Han da, Meşrutiyet ve Cumhuriyet de makul ölçüler çerçevesinde kutsal kişiler ve kutsal kurumlardır. Gerçekçilik uğrunda kutsallığı bertaraf edecek olursak tarihimize, kültürümüze, devlet aklımıza ve kendimize özgüvenimizi yitiririz. Bizim burada gözeteceğimiz husus putlaştırma ile kutsallaştırma arasındaki ince çizgidir. Ki zaten kendi değerlerimize ait gördüğümüz kutsallıklar da Türklük evreninin gerçekliğidir. Türkçülük direksiyonunda bulunan Hüseyinzade Ali Bey gayet tabii ki bizim kutsallarımızdan biridir. Bizim farkımız ‘cumhurbaşkanımıza dokunmak bile ibadettir’ türünden yavşaklıklara tamah etmiyor olmamızdır.

Kafkasya Müslümanları şeyhülislamının torunu olan Hüseyinzade Ali Bey’in çok yönlülüğü ibretliktir. Kaç dil bildiğini sayıp dökmeyeceğim. Tiflis Gimnayumu’nda, Petersburg Üniversitesi Fizik-Matematik Fakültesi’nde, İstanbul Askerî Tıbbiye-i Şâhâne’sinde tahsil görmüştür. Petersburg Üniversitesi’nin Şarkiyat Fakültesi’ndeki Türkoloji derslerine katılıyor. Onun, Azerbaycan’da ve Türkiye’de yazdığı gazeteleri de sayıp dökmeyeceğim. İttihat ve Terakki’nin hem fikir hem isim babası olarak Hüseyinzade’nin yaptığı işler bir insan ömrünün fevkindedir. Gerçi o dönem neslinin bütün kişileri böyledirler. Türkiye, Azerbaycan, Kırım, Kazan, Türkistan diyerekten Türklük çevresine gelişigüzel baktığımızda bile bugün hepimizi hayran bırakıp kıskandıran bir altınçağ aydınlarıyla yüzleşmiş oluyoruz. Türklüğün o en yıpratıcı kara günlerinde yok oluşa direnme ruhuyla altın gibi bir kuşağın türediğini müşahede ediyoruz. Hepimize şeksiz şüphesiz ‘Ne Mutlu Türk’üm!’ dedirten bir altın nesildir bu. Türk dünyası bugün ayaktaysa onlar sayesindedir. Hüseyinzade Ali Bey’in milliyetçi kılavuzluğunda şuurumuzu takviye etmişizdir. Bozkurt gibi iş görmüştür büyük üstat. İstanbul Polikliniği arşivinde kendisinden ‘yaratılış itibarıyla filozof gibiydi’ denen Hüseyinzade Ali Bey’den için Yaşar Karayev ‘kökünü ve bütünlüğünü görmeye çalışan hâfıza’ demektedir. Onun görmeye soyunduğu kök ve bütünlük Türklük hâfızasıdır. Benim gözümde ise Hüseyinzade Ali Bey mağlûp edilemeyen adamdır. Bozkurtların sırtı yere gelmez. Tökezleriz, bocalarız, sendeleriz fakat asla pes etmeyerek tekrar tekrar ayağa kalkmasını biliriz. Hüseyinzade Ali Bey bizlere bu özgüveni bir kez daha aşılamış sayısız Bozkurtlar arasındadır. Kendi çağında öne geçmiştir.

Hüseyinzade’nin önderliği onun âdeta hiç peşini bırakmayan bir alınyazısıdır. Askerî Tıbbiye-i Şâhâne’de talebe iken de mevcudiyetiyle göz dolduruyor. Batı’ya ait fikir akımlarını ve Batılı düşünce adamlarını bu fakültenin öğrencileri yine bu fakültenin bir öğrencisi olan Hüseyinzade’den öğreniyorlar. Arkadaşlarının ifadesiyle o, fakültede bir fecr-i şimal gibi parlamış, etrafını aydınlatmıştır. Fecr-i şimal, kuzey kutbuna yakın bölgelerde, gökyüzünde halkalar şeklinde beliren ve bazen günlerce süren aydınlıktır. Yusuf Akçura ondan için ‘Batı’yı tanımamızda bize profesörlerden daha fazla hizmeti geçmiştir’ diyor. Abdullah Cevdet ise ‘üzerimizde peygamberce tesirler bırakırdı’ diyerek onun bir Resul-i Hak olduğundan dem vuruyor. Turan ve Turancılık kavramlarına anlam katan da yine kendisidir. İlk yazılarını Turan mahlâsıyla yazıyor. Soyadı kanunu çıkınca da kendisine Turan soyadını seçiyor. Ve hatta Yusuf Akçura şunu da söylüyor: ‘Müslüman Türkler arasında ilk Turanî Hüseyinzade Ali Bey’dir.’

Onun ilk olması bu yazımızda kendisine yakıştırdığımız Bozkurt sıfatının hamaset kalıpları içerisine sıkıştırılamayacağının göstergesidir. Çok tartışılan Batıcılık meselesine de kısaca değinelim. İttihat Terakkiciler, Türk Ocaklılar, Meşrutiyetçiler ve nihayet Cumhuriyetciler daima Batıcı olmakla suçlanmışlardır. Bu suçlamayı pekiştirmek için de ‘Batılılaşma ihaneti’ söylemi ortaya atılmıştır. Dünya siyaseti ya da hayat kavgası içinde boğulmaya itilmiş bir milletin yüzünü Doğu’ya değil de Batı’ya çevirmesinde anlaşılmayacak hiçbir yan yoktur. Zamanın şartları bellidir. Doğu’da ne kalmıştı ki yüzleri Batı’ya çevirmek ihanet olarak görülsün? Kaldı ki Hüseyinzade Ali Bey bunun ölçüsünü koyup sınırını da çizmiştir. Hüseyinzade’nin duruşu Avrupa Uygarlığı denilen kaynar kazanın içinde eriyip gitmemek şeklindedir. Kendimizi kanıtlamak uğrunda Avrupa’dan faydalanırken yine kendimizi gerçekleştirmeyi esas alacağız. Hüseyinzade’nin Batı’ya dönük ama Batı’ya karşı tavrı bundan ibarettir. Böylesi bir duruşun Batıcılık anlamına gelmeyeceği açıktır. Gerçek Batıcı kendisini Avrupa Uygarlığı kazanı içinde eritmeye razı olan kişidir. Hâlbuki Hüseyinzade gibiler Batı’ya rağmen yüzlerini Batı’ya çevirmiş feraset sahibi Doğulu Türk aydınlarıdır. Hüseyinzade Ali Bey esas itibarıyla Avrupa’nın çağdaş uygarlıktan uzak düştüğü yargısını taşımaktadır. Bundan da anlıyoruz ki ‘uygarlık’ hiç kimsenin tapulu malı sayılamaz. Uygarlık herkesindir. Biz bir yazımızda dünya medeniyetinin aslında tek olduğunu, her kavmin bu biricik medeniyete kendi imkânları nispetinde katkıda bulunduğunu yazmıştık. Hüseyinzade’nin bakışı da sanıyorum ki böyledir. Medeniyetin coğrafyası olmaz. İnsan hakları filan kıtaya müstahaktır, falan kıtaya insan hakları yaraşmaz diyemeyeceğimize göre çağdaş medeniyetin bütün nimetlerinden yararlanma hakkı herkese aittir. Herkese ait bir şeyin coğrafyası bulunmuyorsa şu halde medeniyet tektir. Hüseyinzade Ali Bey gibilerin aydınlanmacı ruhlarının Batı’ya ve Doğu’ya bakışları bu minval üzeredir. Batı’yı körlemesine görmezden gelerek Doğu’da sıkışıp kalmayı önermek tavrı belki de basiretsizce bir saplantıdır ve burada artık Doğululaşma ihanetinden bile söz açılabilir.

Üstüne üstlük Turan’ın doğusu batısı, kuzeyi güneyi olmaz. Turan, erişebildiğimiz her yerdir. Tıbbiye Mektebi’nden mezun olmuş olan Hüseyinzade Ali Bey yıllar sonrasında aynı mektepte cildiyeci olarak muallim muavinliği görevini yürütmüştür. Türk Ocakları’nı kuran Tıbbiyeli talebeleri mektep içinde koruyup gözetmiş, onlara rehberlik etmiştir. Tıbbiye talebelerinin ele avuca sığmaz karakterlerini dizginleyen de herhalde onların hocası Hüseyinzade’dir. Bunu kolayca başardığını düşünüyorum çünkü kendisi de bir zamanlar aynı mektebin öğrencisiydi. Fakültenin girdisini çıktısını, karmaşık koridorlarını, bodrumunu ve çatı katını kendi öğrenciliğinden ötürü iyi biliyordu. Tereciye tere satılmaz. Tıbbiyeli haylaz ve ülkücü talebelerin Hüseyinzade Ali Bey’i kolayca atlatamayacakları aşikârdır. Ki zaten bu öğrencilerin gizli kapaklı toplantılarına ilk baskın veren de Hüseyinzade Ali Bey olmuştur.

Daha sonra bir başka yazımızda Hüseyinzade Ali Bey’i anlatmayı sürdüreceğim. Şimdilik bu kadarıyla yetinelim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz