İnsanların genel olarak alışkanlıklarıyla düşündüğü bir dönemde genel ve yayın olana eğilimlerinin olduğu bir gerçektir. Psikolojik açıdan genel ve yaygın olanın insana güven verdiği yahut güven içinde hissettirdiği çıplak gözle gözlemlenebilmektedir. Çünkü yaygın olan, yaygınlaşan, yayılan kitleselleşmenin ve kitlenin bir parçası olmanın moda olduğu bir çağda güven vermeyeceğini iddia etmek de pek güç[1]!
Bu noktada, Vatan Şairi Namık Kemal’in, amiyane tabirle; bakış açımızı kündeye getirdiği şu sözü hatırlamalıyız: “Cihanı başaşağı seyrediş bir hoş temaşadır!”
Cündioğlu bu sözün insanın dikkatini çeldiği tarafı şöyle anlatıyor:
“Dünyanın akışına karşı koymak, dünyaya tersinden bakmak, mümkün olduğunca aykırılığı, ayrıksılığı seçmek, sanki daha soylu, hatta daha kışkırtıcı gibi görünüyor ve ister istemez dünyaya muhalif bir duruş –özellikle gençler tarafından- daha seçkin bir konumda yer almakla eş tutuluyor; tutulmalı da[2].” Tersinden bakmak olarak ifade edilebilecek bir bakış açısı bu. Yazarın ifadesiyle “ters bakış, yani muhalif olmak… farklı olanı vurgulamaktan hoşlanmak… dikine gitmek… delicesine davranmak… mümkün olduğunca çokluğun içinde ve ellerimiz başımızın arkasında sırtüstü uzanıp el-alemi seyretmektense, azınlığın içinde kalıp adına el alem de denilen o kürenin karşısına geçip bize denk gelen yüzeyine avuçlarımızla dayanmak… ve bir ayağımız geride onun tersine çevirmeye, aksi istikamette itmeye uğraşmak… üstelik o üzerimize evrildikçe, devrildikçe ayaklarımız gitgide toprağa gömülse de buna aldırmayıp inadına yerimizden kımıldamamak… Neden dünyanın evrildiği yöne doğru kendimi çevirmem gereksin?[3].”
Dünyanın sosyal durumunu baz alınca sıradan ve sürüden olmak veya daha yumuşak bir ifade ile herkes gibi olmak bu dönemin bir özelliği. Bunun bariz bir göstergesinden biri küreselleşme. Aslında bir aynileşme hareketidir. Dolayısıyla Batı medeniyetinin bir parçası olmak, tüketebilecek en üst seviyeye çıkmak, popüler olan ne varsa onlar eksenin hayatı maddi ve manevi yönleriyle tamamlamak. Popüler kültür unsurlarıyla ki bunlar Amerikanvari bir yaşam tarzıdır, hayata bakmak. Oysa Namık Kemal’e dikkatimizi celbeden yukarıdaki cümlesi gerçeklerin, kişiyi her yandan baskıladığı dünyada bir mukavemet zeminidir.
Meseleye medeniyet merkezli bir anlama, anlamlandırma amacıyla bakmayı deneylim. Batı merkezli bir medeniyetin içinde yer aldığımız aşikârdır. Bir benzetmeyle dünyayı -son birkaç asırdır- Batı’nın ve onu benimseyenlerin doğurduğu görülmektedir. Bir bütün olarak olumsuz bir anlama gelmese de sömürgeciliğe girişen ve “demir çağının beyliği[4]”ne muvaffak olan Batı’nın sisteme kendi değerlerini egemen kıldığı ifade edilebilir. Tekil bir medeniyet anlayışının dayatıldığı bir dünyada gençler dünyayı başaşağı seyretmesi ihtiyacı ortadadır. Tekil bir anlamayı ifade eden “küreselleşme sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik yönleri olan çok boyutlu bir süreçtir. Bazılarına göre küreselleşme, dünya ülkelerini birbirine yakınlaştırmış ve dünyayı büyük bir köy durumuna getirmiştir[5].” Yani, dünya küresel bir köy olarak tarif edilmektedir.
Medeniyetler de genel olarak benzer kodlar çözümlense de esas itibariyle birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Bu benzerlik ve ayrılış ise karşılıklı inşa temelinde bulunmaktadır. Benzer kodlar medeniyetler topluluğuna, inşa temeli ise medeniyetlerin şahsiyetine işaret etmektedir.
Diğer taraftan; aynileşme hareketi olan küreselleşme medeniyetin can damarları olan çeşitlilik ve yenilenmeyi kesintiye uğratmaktadır. Aracı ve gayesi olan popüler kültür ile gençlik kuşağını kendi bağlamında üretmektedir. Neticede gençlerin çeşitliliğe ve yenilenmeye olan duyarlılığı ortadan kaldırılmaktadır. Gençliğin çeşitlilik ve yenilenmeye yatkınlığı medeniyetle olan ilişkilerinin lokomotifi niteliğindedir. Bu bakımdan her iki olgu da benzer bir karakter sergilemektedir. Çünkü medeniyet de çeşitlilik ve yenilenmeden beslenmektedir. Küreselleşme kültürü sığ bir hale getirmekte, popüler kültürle genç, gençlik ve medeniyete nüfuz etmektedir. Nihayetinde ise monopol bir medeniyet anlayışı doğmaktadır. Özgün olmakla mümkün kılınan çağdaşlık; genç ve gençlikle çift yönlü bir etkileşim halindedir. Bu manada asrın ruhunu yakalamak, diğer bir ifadeyle; muasır medeniyet seviyesini yakalamak, genç ve gençlikle doğrudan irtibattadır.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre yetişecek çocuklara ve gençlere görecekleri eğitimin sınırı ne olursa olsun, en öncelikli ve her şeyden öncelikli Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine ve milli geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek öğretilmelidir. Yine öncelikli olarak millete tarihini, asil bir millete mensubiyetini, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir medeniyetin çocukları oldukları öğretilmelidir.
Sonuç olarak Türk Gençliği’ne sözüm şudur: tarihinden aldığı kuvvet ve kudretle emin ve metin bir istikbal için medeniyetin ne olduğunu veya olmadığını kavramak, ivedilikle yeni bir medeniyet şuurunun arayışına ve inşasına yönelmek. Geçmiş medeniyet birikiminin üzerine çıkmak, biyolojik yaşamın dışına taşmış ve özne bir kuşak olmak. Aksiyoner, şahsiyet ve karakter sahibi olmak, asrın ruhunu bilen ve eyleyen bir gençlik[6].
KAYNAKÇA
[1] Dücane Cündioğlu, Düşünce Düşlenir, sy. 1, Kapı Yayınları, 6. Basım, İstanbul, 2017
[2] a.g.e. sy. 2
[3] a.g.e. ss. 2-3
[4] Melih Cevdet Anday, Olsun Da Gör, https://www.antoloji.com/olsun-da-gor-siiri/
[5] Serkan Kekevi, Serkan Kekevi, Batının Çöküşü ve Türk Dış Politikası, sy. 21, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004
[6] Bu yazının bir kısmı Baykal H. Aydemir’in 2017 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi, Modern Türkiye Sosyal Bilimler Gençlik Kongresi’nde sunduğu “Medeniyetler Coğrafyasından Yeni Bir Medeniyete: Kaderin Gençlik Kuşağına Yüklediği Kutsal Bir Vazife” adlı bildiriden özetlenmiştir.