Atatürk
Atatürk

Deist Yetiştirme Kılavuzu

İnançsızlığın en hafif seviyesi olan deizm; bir tanrının varlığına ve bir yaratıcı fikrine inanmak, ancak bu tanrının semavi dinlerin tanrılarından veya mitolojik başka dinlerdeki tanrılardan farklı olduğunu düşünmektir. Her deistin aklındaki tanrı kavramı ve modeli farklı olabilir.

Deistler var olan tüm inançların iddialarından farklı ve bilinmesi mümkün olmayan bir şekilde yaşamın bir yaratıcı eliyle ortaya çıkmış olduğunu ancak bunun nasıl ve ne amaçla olduğunun asla bilinemeyeceğini düşünürler. Bu nedenle de tanrının var olduğunu fakat kitaplar veya peygamberler tarafından aktarıldığı gibi olmadığını ileri sürerler. Dolayısıyla kitaplara, mitolojilere veya peygamberlere inanmazlar.

Araştırmalara göre inançsızlık veya deizm tüm dünyada artan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu durumun Avrupa ve ABD gibi reform, Rönesans ve bilim devrimini gerçekleştirmiş olan bölgelerde artış göstermesi kimseyi şaşırmamakta aksine gidişatın bu olacağının belli olduğu özellikle İslami çevrelerde uzun yıllardan beri dile getirilmektedir. Bu kesimlerin iddiasındaki ana etmen Hristiyan teolojinin bireyi sürüklediği kötümser ve karamsar ruh hali ve bundan kaynaklanan iç huzur arayışı olmuştur. Bu görüşe göre; genellikle insani değerlerden, merhametten ve huzurdan uzak kalmış olan kapitalist çarkın dişlisi konumundaki Batılı Hıristiyan birey önce bu sebepler ışığında kendi dininden uzaklaşıp deist olacak daha sonra da ciddi bir miktar nüfus “hak yola” kendilerini adayarak Müslüman olacaklardır. Ancak yıllardan beri zikredilen bu durumun münferit bazı örnekleri dışında gerçekleştiğine henüz şahit olan yoktur. Bilakis Türkiye, İran ve diğer halkın çoğunluğunun Müslüman kabul edildiği ülkelerde dahi inançsızlığa ve deizme yöneliş ciddi şekilde artış göstermektedir. Üstelik bu ülkelerin azımsanmayacak derecede İslami tandanslı idareler altında oldukları göz önüne alındığında karşımızda hiç de İslamcıların bahsettikleri gibi Hıristiyanlığın karamsarlığı, inançsızlığa meyil sebebi olarak durmamaktadır.

Fethullah Gülen, Cübbeli Ahmet, Fatih Nurullah vs. gibi isimler ve bunlar üzerinden yaşanılan olaylar neticesinde Z Kuşağı denilen genç nesil İslâm dininden kopuyor. Bu da “en muhafazakâr” olarak nitelenen AKP iktidarı zamanında oluyor.

Teknoloji çağında olmaktan nasiplenmiş gençler, yukarıdaki isimlerin beyanlarına “tek bir tıkla” ulaşır durumdadırlar. Eskiden olduğu gibi kişinin görüşlerini anlamak veya okumak için kitap almaya, meclisinde bulunmaya gerek duymuyorlar. Tek tık ve karşılarında o kişiye ait binlerce video… Örneğin; Cübbeli Ahmet olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, bir video kaydında kendi müridleri ile Mustafa Kemal’e demediğini bırakmazken; ulusal yayın yapan bir kanala çıkıp Gazi Paşa güzellemesi yapıyor. En azından “yalan söylemenin” dinde yeri olmadığını bilen bir genç, bu durumda sözüne güvenilmeyecek bir insan olarak onu mimliyor ve dine ya da akaide yönelik sözlerini de kabullenmiyor.

Başka bir örnekte, Ensar Vakfı gibi vakıflarda ve Fatih Nurullah cemaati gibi oluşumlarda yaşanan taciz ve tecavüz olaylarından ötürü bunlara veya bunlar nezdinde dine, dindarlara sıcak bakmaması kaçınılmaz bir hal alıyor.

Fethullah Gülen yapılanması örneğinden yola çıkarak tarikat ve cemaat yapılarını -çok sahiplenmeseler bile tarikatlar karşısında savundukları- halihazırdaki cumhuriyete tehdit olarak algılıyor ve yine dindarları ve İslâmî kuralları yıkıcı olarak addediyorlar.

Bu cemaat ve tarikatların içler acısı durumu, “bir tebliğci” olmadan dini değerleri öğrenmeye gençleri itiyor. Dinî anlamda hiçbir müktesebatı olmayan bir genç, tek başına oturup Kuran’ı anlamaya çalıştığında ise kafası “reel dünya” içinde çalıştığından istediğini elde edemeden kitabı kapatıyor.

İstemeye istemeye, nitelikli okulsuzluktan gönderildikleri İmam-hatip okullarında zaten “bozuk” olarak addedilen bir dinî eğitim aldıklarından çoğu deist olarak fabrika çıkışlı bir ürün halini alıyorlar. Özellikle bu okullarda “meslek hocası” olarak bilinen dini ilimlerin öğretmenlerinin davranış ve fiilleri, zaten mecburen geldikleri bu okullardan daha fazla soğutuyor.

Tüm bunların dışında memlekette gördükleri adam kayırma ve torpil furyası ister istemez onları da etkiliyor. Sosyal medyadan rast geldikleri doğru veya yanlışlığına pek bakılmayan video ve belgeler sebebiyle babaları, akrabaları, tanıdıkları hak ettikleri halde bir yerlere gelemezken “dindarlık” kisvesi altında gününü gün edenleri, dürüstlüğün ve doğruculuğun kapitalist dünyada işe yaramadığını gördükçe yine dindarlar ve dinlerden soğuyorlar.

80 sonrası doğan ve 12 Eylül’ün toplum üzerindeki en büyük etkilerinden biri olan “mefhumsuzluk” girdabının içine batmış, tüketim toplumunun ürünü olan bir neslin çocukları oldukları için; dünyaya bakış açıları kapitalist ve maddeci kalıyor. Manevî ve fikrî anlamda aile çevresinden hiçbir kural, kaide öğrenmeden yetiştiklerinden mesela Kuran-ı Kerîm’i Türkçesinden okusalar bile günümüz şartları, realitesi ve materyalist bakış açısı içerisinde metni anlamlı bulamıyorlar.

Bu anlamsızlık sonucunda ortaya çıkan birkaç karikatürize tip de gençleri dini mefhumlara mesafeli duruma getiriyor. Hem feminist hem başörtülü ya da hem lezbiyen hem başörtülü tipler; imam-hatipte okuyan eşcinseller gibi karmaşık tiplemeler her türlü dini ve ahlaki mefhuma karşı hissizleşmelerinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

İşbu nedenlerden ötürü hem mutsuzluk hem dinsizlik hem de apolitik olmak, Z kuşağına bizim ve bizden önceki tüm nesillerin, iktidarların önceden beri diktiği bir kaftan olarak görünüyor. Bu kaftan on yıllardır dikiliyor ve sahibini arıyordu, 2000 doğumlular “Bu kaftan tam bize göre” deyip giymeye başladı. Onların dikeceği kaftan ise 2020-2030 doğumlular arasındaki deizm ve ateizm oranını daha da artıracağa benziyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz