“Şiir bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil malzeme olarak kullanıldığı zaman milletin iç kalesidir. Böyle alınınca, şiir bir milletin insanının, tarihinin, kültürünün ta kendisidir. Köpüğüdür, çiçeğidir, tacıdır…”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Kimin yahut kimlerin hatasıdır bilinmez, otuz yılı aşkın süredir Türk insanının şiire olan düşkünlüğü, şiire karşı ilgisi, şiir okuma yazma ve en azından ezberinde tutma alışkanlığı oldukça azalmıştır. Ninelerin ninni, kadınların manisiyle büyüyen Türk evlatlarının zihni şu sıralarda sadece “belirli günler ve haftalar” şiirleri ile doludur. Türk şiirinin öldüğünü iddia edecek -ki bu büyük bir hakarettir- kadar ileri gitmeyeceğim lâkin Türk insanının hayran olduğu, saygı duyduğu, şiirlerini “yâdına düşürdüğü” şairlerin onda dokuzuna yakın kısmının toprağın altında yattığı bir gerçektir – hepsine rahmet olsun-. Ne yazık ki çoğu Türk genci şiirle ilk defa Türk edebiyatı dersi vasıtası ile tanışmaktadır. Neslimiz, öğretim hayatında travmalar yaşamaya zaten oldukça aşinadır. Edebiyat ders kitapları ise şiire zaten kayıtsız yetişen bu nesli şiirden daha da uzaklaştıracak niteliktedir. Şiirleri dönemlere ayırıp, dönemleri yüzeysel kavramlar ile açıklayan, şiirleri yalnızca akımlar ile bağdaştıran, akımları kısırca tanımlayan bu kitaplar; şiiri cebir, trigonometri gibi korkutucu bir matematik dersine çevirip onu “anlaşılmayan nesne” ilan etmektedir. Şiir ile ilgisiz insanlara şiirin ne ifade ettiğini sorduğunuzda “anla-şılmamak için yazılan şey” cevabını almanız oldukça yüksektir. Bu kıyımdan kafasına kaldırıp, vahayı görebilen, şiire karşı ilgi geliştirebilen gençlerin -ben ve biz dahil- ise iyi şiirle tanışabilmesi için doğru soruları sorabilmesi, herkesin -ben ve biz dahil- şiir yayımlayabildiği şu günlerde iyi şiiri keşfedebilmesi ise oldukça güçtür. Peki iyi şiir ile tanışmak için ne yapmak gerekir ve bütün bu yazdıklarımın Yahya Kemal Beyatlı ile ilgisi nedir?
Edebi şahsiyetler, türlü meziyetleri, başarıları, tutkuları ve kimliklerine rağmen geniş kitlilerce her zaman en meşhur yanları ile hatırlanır. Yahya Kemal Bey, bir bürokrat, başarılı bir diplomat, kalıba sığmayan bir düşünür ve tabiri caizse mükemmel bir gezgin olmasına rağmen onu bir “devlet adamı”, milletvekili yahut filozof yanıyla tanımak pek mümkün değildir. Asıl ismi “Ahmed Agah” olan Yahya Kemal, çok sevdiği ulusunun zihninde on yıllardır şair kelimesinin sözlük karşılığı olarak yer etmiştir. Türk medeniyetinin kalbi olarak nitelendirdiği İstanbul hakkında hazırlanan bir kartpostalda, afişte, broşürde, kitapta, reklamda, kısa filmde onun şiirlerinden bir pasaja rast gelmemek neredeyse imkansızdır. Bu meşhurluğa hayatı boyunca hiç kitap yayımlamamış olmasına rağmen erişmesi şayan-ı hayret bir diğer mevzuudur. Bunlarla beraber bana kalırsa, Yahya Kemal’i Türk edebiyatının bir fenomeni haline getiren şey meşhurluktan çok değerlidir:
İyi şiir ile tanışmak için, doğru soruları sormak gerekir. Ve yine bize kalırsa Yahya Kemal Beyatlı, en doğru soruları soran, en doğru soruları en yüksek estetik ile cevaplandıran Türk şairidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler…” ifadeleri ile tanımladığı bir devre şahitlik etmenin dışında, bir münevver olarak memlekete karşı yükümlülükleri olduğuna iman etmiş Yahya Kemal’in zihninde çözmesi gereken tüm mevzuular aslına bakacak olursak onun şiirini, şiiri ise Türk medeniyetinin yeni tecellisini etkileyecektir. Dışarda saygıyla tanınan yeni devlet, yeni vatan ve yeni sosyetenin yeni bir kültür ve medeniyet yorumuna da ihtiyacı vardır. Ki bu ihtiyaç hissi ve bu ihtiyaca karşı geliştirilen çözüm denemeleri Tanzimat’a kadar dayanmaktadır. Yahya Kemal yüzlerce yıldır süre gelen medeniyetin “yeni” edebiyatında izlenmesi gereken yolun ne olduğu sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“1870’ten sonra, edebiyatta şarktan çıkmak zarureti vardı, çıktık, bu çıkış çok iyi oldu. Avrupa kültürünün mektebine girdik, orada okumaya koyulduk, yetmiş seneden beri de okuyoruz; yazık ki mektebden henüz çıkmadık; hâlâ bocalıyoruz. Milli ihtiyacı hiç duymayan ve duyar yaratılışta olmayan alafranga Türklerle konuşmak bile faydasızdır; çünkü onlar ‘mekteb’i gaye telakki ediyorlar; lâkin ‘mekteb’ vasıtadır. ‘Gaye’ bizim milliyetimizdir. Onun Avrupa medeniyeti içinde, tıpkı diğer milliyetler gibi, bir hüviyet’ oluşudur; işte ihtiyacı duyan ve duyacak yaratılışta olan Türklerin ‘mektebden memlekete’gelmeleri ve memleketi lirik edebiyatının çerçevesi haline getirmeleri lazım gelir. ”
Bu şiar Milli Edebiyatçılar ve Yahya Kemal arasında büyük bir köprü vazifesi görmüştür. Şiirin ve edebiyatın gayesinin “bizim milliyetimiz” olduğu konusunda mutabıktırlar. Yahya Kemal’in şiirde yapmak istediklerinin ve yaptıklarının kaynağı da bu gayedir. Beyatlı, Avrupa’da önceden doğmuş, doğmakta olan ve doğacak tüm akımların takip edilmesi gerektiğine taraf olmakla birlikte bu akımların Türklüğe ve Türkçeye, Türk şiirinin ahenk ve kimliğine uygunluğuna son derece dikkat edilmesi gerektiğine taraftır. Bu ilke onu Servet-i Fünun edebiyatından sıyırmış ve Yahya Kemal şiirini doğurmuştur. Şiirde halkın algılayabileceği “topluluk dili”ni kullanmaya dikkat ederek, ritmin anlamdan daha önemli olduğunu vurgulamıştır. Ona göre şiir başlı başına bir beste olmalıdır- ki Türk Sanat Müziği uzun yıllar boyunca Yahya Kemal’in şiiri ile beslenmiştir-. Şiirde ilk hareket noktası olan millet ve tarihe “milli hayat, dokunulmaması yahut kendi tabii gelişmesine müdahale edilmemesi lazım gelen bir sentezdir.” yaklaşımı ise onu Milli Edebiyatçılardan ayırmıştır. O, şiirin konusunun millet olması gerektiği fakat onu yönlendirecek şeyin şiir olmadığı iddiasındadır. Yani şiir müdahalecilikten -bir noktada mücadelecilikten de- uzak kalmalıdır. Bizler vatanın, kimliğin ve milletin ta kendisinin Yahya Kemal şiirindeki karşılık buluşuna derin bir hayranlık beslemekle birlikte şiirin davetsizliğine muhalifiz.
Nihayetinde modern Türk şiirinin büyük üstadı Yahya Kemal’in kendi dönemini aştığı, vefatından sonra neşredilen kitapları sayesinde yüzlerce şair yetiştirdiği yadsınamaz. Yakın dostu ve talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar onu “son devir Türk edebiyatı üzerinde en derin tesiri uyandıran şairdir” sözleri ile tanımlamıştır. Türk edebiyatının ve Türk şiirinin bugünkü kısırlığından da yine Yahya Kemal ahengini kavramak, onun ihtirasını ve zevkini içselleştirebilmek yolu ile bir miktar kurtulabileceği düşüncesindeyiz. Yahya Kemal, lisanın, duyguları ifâde edecek zenginliği göstermesi gerektiğine inanmıştır, “Türkçe onun ağzında annesinin ak sütü gibi” kutsaldır. Türk şiirinin bu inanç doğrultusunda iman tazelemesi gerektiği kanaatindeyiz. Yeni Milli Edebiyat döneminde, Yahya Kemal esintisinin de kuvvetli bir rüzgar olacağına inanıyoruz. Bu doğrultuda, yeni bir nefes almak, yeni rüzgarlarla ahenk bulmak dileğiyle, esenlikler…
Bu yazı Demlik Mecmua Yahya Kemal Sayısı’nda “Yahya Kemal’e Dair Kısa Bir Deneme” başlığı ile yayımlanmıştır. Yazı, bir yazı dizisi halinde devam edecektir.