Üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğun yeni prensi dünyaya gelmiş ve Albert Frederick Arthur George ismini almıştı. 14 Aralık 1895 yılında İngiltere’de doğan Prens Albert, küçük yaşlardan beri bir prensin alacağı eğitimlerin tamamını almaya başlamış fakat bunların yanında bazı ilginç olaylar da yaşamak zorunda kalmıştı. Babası olan Kral V.George oldukça katı ve disiplinli bir adamdı. Kendi babasından da merhametsiz ve sert bir babalık gören V.George kendi çocukları için de babasına benzer bir profil çizmiş ve bunun suçunun kendi babası olduğunu her defasında belirtmiştir. Esasen solak bir çocuk olarak dünyaya gelen Prens Albert, sol elin kullanılmasının inançları gereği günah olduğu için zorla sağ elini kullanması için eğitime tabii tutulmuş ve bu durum küçük prenste onarılmaz psikolojik sorunlara neden olmuştur. Ayrıca dizleri de çarpık olan Prens Albert’ın bacaklarına işkence gibi ağrılar çekmesine sebebiyet veren düzleştirici teller geçirilmişti. Bu da onun hayatında onarılmaz psikolojik sorunlar oluşmasına sebebiyet veren bir başka etmendi. Bütün bu olup bitenler kraliyet ailesinin mükemmeliyetçi tavrından ileri geliyor ve kraliyet mensubunun her anlamda mükemmel olması arzu ediliyordu. Prens Albert, dünyaya geldiği ailesinin mükemmeliyetçi tavırları altında eziliyordu.
Prens Albert aile içinde Bertie ismiyle tanınıyor ve bu şekilde hitap ediliyordu. Kardeşleri ile yakın ilişkileri olan Prens Albert, bir abisini küçük yaşlarda kaybetmiş olmanın acısını da tatmıştı. Ölen ağabeyi, çocukluğunda kendisine en yakın olan isimdi. Prens Albert için kardeş acısı da onda onarılmaz derin yaralar açmıştı. Taht hakkı sıralamasında dördüncü sırada olan prensin tahta geçmesi beklenmiyordu. Kendisinin de böyle bir niyeti yoktu zaten. Fakat kral olan dedesi ve babasının çizmiş olduğu mükemmel imaja içten içe hayranlık besliyor, bu gizli hayranlık kendisinde bazı komplekslerin oluşmasına neden oluyordu. Ağabeyi Edward’ın da en az babası kadar çekici bir insan olması bu kompleksleri biraz daha arttırıyordu. Prens Albert kendisine güvenmiyor, yetersizlik hissine kapılıyordu. Kendisine olan bu güvensizlik hissi, her ortamda aşırı heyecanlanmasına neden oluyor bu heyecan nedeniyle konuşurken kekelemeye başlıyordu.
Küçük yaşlarda ortaya çıkan bu kekemelik Prens Albert’ın psikolojisini iyiden iyiye bozmuştu. İnsan içine çıkmaya bile utanır hale gelen prense bir darbe de ailesinden geliyordu. B-b-b Bertie olarak alaycı tavırlarla çağrılan Prens Albert, kekemeliği yüzünden babasının şiddetli baskılarına da maruz kalıyordu. Oğlunun kekemeliğinin düzelmesi için kendi bildiği yolları uygulamak isteyen Kral babası oğlundaki bu sorunun daha da kalıcı hale gelmesine neden olmuştu. Zaten korkak ve çekingen bir yapıya sahip olan Prens Albert, kekemeliği yüzünden iyice ümitsiz vaka haline gelmişti. Hem taht hakkına sahip olmaması hem de kekeme olması onun hiçbir zaman kral olamayacağı düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Zaten kendisi de nefret ettiği bu hiyerarşik düzen yüzünden ve kendine olan güvensizliği nedeniyle kral olmak istemiyordu. Böyle bir düşüncesi de yoktu. Aşık olduğu kadınla evlenmek isteyen Prens Albert üç kere reddedilmiş, bu reddedilişler de kendisine olan inancını iyice yitirmesine neden olmuştu. Aslında sevgilisi, prensin kral olma ihtimalinden çekindiği için onu sürekli reddetmiş fakat mevcut koşullar ve bir kekemeyi asla kral yapmayacaklardır algısı nedeniyle en sonunda evlilik teklifini kabul etmişti.
Kekeme prens Albert, sevdiği kadınla evlenmiş, iki kız babası olmuş bir şekilde hayatını sürdürmekteydi. Küçük yaşlarda askeri okula gönderilen Prens Albert bir deniz subayı olarak yetiştirilmiş ve gizli isimlerle çeşitli savaşlara katılmıştı. İyi bir deniz subayı olduğunu düşünüyor fakat asla yeterli bir kral olabileceğini düşünmüyordu. Prensin babası V.George vefat ettiğinde tahta VIII.Edward geçmişti. Fakat ortada büyük bir sorun vardı: Yeni kral Edward asla kabul edilmeyecek bir yasak aşkın peşine düşmüş ve bunu hiç çekinmeden sürdürmeye devam ediyordu. İki kez evlenmiş ve hali hazırda boşanmamış olan bir kadınla ilişkisi olan yeni kralın ya tahttan feragat edeceği ya da görevden alınacağı artık kaçınılmaz bir sondu. Bu durumun yaşanmasından ise en çok Prens Albert ve eşi korkuyor, kaçınılmaz sonun gerçekleşmesi halinde tahtın kendilerine geçmesini istemiyorlardı. Fakat abisinin durumundan ve yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı tehlikesinden dolayı rahatsızlık duyan Prens Albert, liderliği ve sorumluluğu kendi üzerine almanın planlarını yapıyordu. Britanya İmparatorluğunun geleceği için işini bilen, düzgün bir kralın bu süreci yönetmesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
Sorumluluktan kaçmayan Prens Albert, yaklaşmakta olan krallığa hazırlanmak için önce kekemeliğini düzeltmek istiyordu. Zira halkına doğru düzgün hitap bile edemeyen bir kralın ancak alay konusu olacağını düşünüyor bu düşünce ondaki psikolojik bunalımların artmasına neden oluyordu. Çeşitli doktorlardan destek alan Prens Albert’ın kekemeliğine hiçbir doktor çare olamıyor bu durum prensi daha da buhranlı bir hale sokuyordu. Bu süreçte kendisine en büyük desteği eşi Elizabeth vermiş ve onu sorununa gerçekten çare olacağına inandığı bir konuşma terapisti ile tanıştırmıştı. Bu terapist, kralın ölümüne kadar onun yanından hiç ayrılmayacak olan Lionel Louge idi. Esasen Lionel iyi bir tiyatrocuydu. Konuşma terapistliğini askerliği sırasında öğrenmiş ve bu konuda kendi kendini yetiştirmişti. Bu özelliği nedeniyle tedavi yöntemleri bilimsel bulunmuyor ve kendisinin bir sahtekar olduğu düşünülüyordu. Ayrıca uyguladığı yöntemler ile tedavi sırasındaki tavırları epey de garipti. Bir doktordan daha çok bir psikolog gibi davranıyor, özellikle kekemeliğin tedavisi için altında yatan sebebin bulunması gerektiğini düşünüyordu.
Prens Albert, bir ulusa sesleniş konuşması yapmak zorunda kalmış ve sürekli duraksayıp kekelediği için rezil duruma düşmüştü. Bu konuşmayı terapist Lionel de dinlemiş ve prensin bir destek alması gerektiğini düşünmüştü. Halk, Prens Albert ile alay ediyordu.. Prens Albert Lionel’in yeni hastası olduğunda bu durum herkes gizleniyordu. Prens Albert sadece bulunduğu konum gereği değil kendisi için de bu sorunu aşmak istiyordu. Fakat her geçen başarısız deneme ondaki inancın biraz daha yok olmasına sebebiyet veriyordu. Lionel, ondaki sorunlardan birinin insan karşısına geçtiğinde aşırı kasılma olduğunu fark etmişti. Uzunca bir süre kaslarını gevşetmeye yönelik egzersizler yapan Prens üzerinde bu tedavi işe yarar bir sonuç veriyordu. Prensin terapist ve ailesi ile olan konuşmaları sırasında kekemeliğinin azaldığı gözlenmişti. Fakat topluluk önüne çıktığında her şey sıfırlanıyor, Prens Albert kitlenip kalıyordu. Lionel ise bu durumu fark ettiğinde prensi kışkırtma pahasına sorunlarını ve yaşadığı travmaları öğrenmeye çalışıyordu. Prensin kendisine açılması çok da uzun sürmemişti. Aralarında iyi bir dostluk kurmayı başaran Lionel, Prens Albert’ın babasından korktuğunu, abisi ve babasına özendiğini, solak olduğu için sağ elini kullanmaya zorlandırıldığını ve dizindeki çarpıklık nedeniyle kendisine inanılmaz acılar çektiren tellerin takıldığını öğrendiğinde sorunun ne olduğunu anlamış ve teşhisi koymuştu: Özgüven eksikliği.
Prens Albert’ın geçmiş travmalarından dolayı özgüven eksikliği ve dolayısıyla korkak ve çekingen olduğunu anlayan Lionel tedavi yöntemini buna göre düzenlemeye karar vermişti. Aynı zamanda Prens Albert’ın çok iyi bir kral olacağını da düşünen Lionel, onu bu konuda cesaretlendirmeye çalışıyordu. Nihayetinde VIII.Edward bir başkasıyla evli olan metresi uğruna tahttan çekildiğini duyurmuş ve Prens Albert’ın korktuğu şey başına gelmişti. VI.George ismiyle tahta çıkmak zorunda kalan Prens Albert’ın en büyük iki destekçisi kocasının kral olmasını istemeyen karısı Elizabeth ve terapisti Lionel olmuştu. Tarihin belki de en zorlu döneminde tahta çıkan VI.George’un karşısında hitabet ustaları bulunuyordu. Hitler, Stalin gibi liderler karizmaları ve hitabetleri ile tüm dünyanın dikkatlerini çeken liderlerdi. Bu durumun kendisinde çok büyük bir dezavantaj yarattığını düşünen kekeme kral ilk ciddi sınavını taht giyme töreninde verecekti. Yemin töreninin kazasız belasız atlatmak isteyen yeni kralın imdadına yine terapisti Lionel yetişmiş ve kralın yemin töreninin sorunsuz geçmesini sağlamıştı.
Avrupa üzerinde kara bulutlar gezerken İkinci Dünya Savaşı patlak vermişti. Artık kekeme kral, imrenerek baktığı hitabet ustaları ile düşmandı ve kendi ülkesi ile kendi halkına liderlik etmek zorundaydı. Bu doğrultuda ikinci büyük sınavını Almanya’ya savaş ilan edeceği radyo konuşmasında verecek ve yine imdadına terapisti Lionel yetişecekti. Bu tarihi radyo konuşması birkaç bozuk kelime dışında neredeyse kusursuz ve halk üzerinde büyük etki bırakacak şekilde geçmişti. İngiliz halkının gözünde Kral VI.George da artık bir hitabet ustasıydı. Svaş boyunca kral, sık sık halkına radyodan seslenmiş, cepheleri ziyaret etmiş ve halktan yana bir tavır sergileyerek bir fenomen haline gelmişti. Tabi bu durumun oluşmasında halk üzerindeki etkisi ve otoritesi çok fazla olan eşi Kraliçe Elizabeth ile terapisti Lionell’in katkısı tartışılmazdır. Lionel, kralın ölümüne kadar kralın hem terapisti hem de en yakın arkadaşı olmaya devam etmiş ve kral tarafından Şövalyelikle onurlandırılmıştır. İkinci Dünya Savaşının kahramanlarından biri haline gelen kekeme kral VI.George genç yaşta vefat etmiş ve yerine kızı II.Elizabeth tahta geçmiştir. Eşi Elizabeth ise Ana Kraliçe unvanını alarak yaşamına devam etmiştir.
Ayrıca tarihin bu ilgi çekici konusu “The King Speech” filminde ustaca canlandırılmış ve filmin başarıları Oscar ile ödüllendirilmiştir. Tabii filmin baş kahramanı Prens Albert’ı canlandıran usta aktör Colin Firth’ü de es geçmemek gerek. Ülkemizde “Zoraki Kral” adıyla bilinen filmi meraklasına tavsiye ederim. İyi seyirler..