Fasl-ı Evvel: Tezviratın Kaynağı Hakkında
Dönem dönem eş zamanlı olarak sosyal medya paylaşımlarıyla yayına sokulan bir Alparslan Türkeş demeci, Ülkücüler arasında alttan alta maksatlı bir gündemin oluşmasıyla sonuçlanıyor. Maksadı malum çevrelerin, Ülkücüler arasında bir “algı yönetimini” amaçlayan ısrarlı gündem oluşturma gayretlerinin amacını anlamak hiç de zor değil. Üstelik meselenin Alparslan Türkeş’e duyulan derin sevgi ve muhabbetle ilgili olmadığı açık.
Fasl-ı Sânî: Algılar ve Olgular
Malum merhum Başbuğ’un İttihad ve Terakki hakkındaki düşünceleri tıpkı çağdaşı diğer siyasetçiler gibi pek de müspet değil. Hatta Atsız, Arvasi, Güngör ve Taşer gibi Ülkücü Hareketin düşünce iklimi üzerinde iz bırakan aydınların İttihad ve Terakki hakkındaki görüşleri de benzer özellikler gösteriyor. Bu, temelde erken dönem cumhuriyet aydınlarının İmparatorluğun yıkılışını müthiş bir kolaycılıkla “devr-i sabık”ın sırtına yüklemesiyle ilgili. (elbette başkaca nedenleri de var) Dönemin şartları içerisinde değerlendirilmesi gereken tarihi olguların, zamanla kulaktan kulağa bir “hakikat” ve “kabulleniş” haline gelişi; algıların olguya dönüşmesinin hiç şüphesiz en önemli nedeni. Buna rağmen Ülkücü-Türk milliyetçilerinin tarihi aktörlere adil bir hafızanın ışığında baktığını söylemeliyiz. Bu husus, gerek Sultan II. Abdülhamid Han için gerek Enver Paşa için gerekse de Gazi Mustafa Kemal Atatürk için ayrım ve rekabet olmaksızın tarihsel bütünlük içerisinde resmedilir. Bu hafızayı bölerek zayıflatmak isteyenlerin ve fitne tohumu ekenlerin gerçek maksadının ise ne Başbuğ Türkeş ne de Türkiye olmadığı açık…
Peki, İttihad ve Terakki’yle ilgili hakikat nedir? Koca İmparatorluğu İttihadçılar mı yıkmıştır? İttihad ve Terakki Cemiyeti, 1908’de mi iktidar olmuştur? İttihad ve Terakki Cemiyeti, iktidar olduğunda Osmanlı, Adriyatik denizinde midir? Rumeli bizim elimizde midir? Sınırımızın bir çizgisi ekvator çizgisinde midir? Arabistan ve Yemen, Osmanlı’da mıdır? Osmanlı’nın bir ucu Hint Okyanusu’nda mıdır? İttihad ve Terakki, baştan aşağı komitacı mıdır? İttihadçılar ileriyi görememiş midir?
Libya’dan Yemen’e Suriye’den Kafkasya’ya 100 yıl öncesinin zor ve çetin koşullarının yeniden sahnelendiği coğrafyamızda, tarihi aktörlerin üstlendiği rolü anlamak ve gereğini ifa etmek behemehal geçmişin geleceğe yönelik misyonik izdüşümünü de görmeyi gerektirir. Nitekim Ülkücü hafıza, bu sorulara tarihi sorumluluk duygusuyla cevap vermiş hem de bu cevaplar ışığında Türkiye’nin geleceğine dokunan el olmuştur.
Fasl-ı Sâlis: Hakikatin Kaynağı Hakkında
1- Sanıldığı gibi İttihad ve Terakki Cemiyeti, 1908’de iktidar olmadı. 1908’de meşrutiyet ilan edildi. İTC denetleyici bir rol üstlendi. Zira İttihad ve Terakki 1908’de fırka değil, Cemiyetti. Cemiyet, ancak 1913’de fırka (parti) haline geldi. 1913’de iktidarı ele aldı. İTC, meşrutiyetin ilanından sonra hükümet kurmayıp, “denetleme iktidarını” tercih etmişti (“Meşrutiyetin Koruyucusu” olma misyonu).
2- “Koca Osmanlı Devleti’nin” yıkılışını İttihad ve Terakki’ye bağlamak izaha muhtaç bir yaklaşım. Zira Osmanlı 1837 Nizip Muharebesi ile askeri iflası; 1838 Balta Limanı Antlaşması ile iktisadi iflası; 1881’de Düyûn-ı Umûmiye’nin kuruluşu ile mali iflası zaten yaşamıştı. (1881’de İttihadçıların çoğu ya yeni doğmuş yahut çocuk yaşta idi.) Daha açık bir ifade ile Osmanlı, 19. yüzyıla dokunduğunda 3 kıtada 48 krallığa hükümdar atadığı günleri çoktan geride bırakmış, 1853’de “Hasta Adam” ilan edilmişti. İttihadçılar, 1913’de iktidara geldiklerinde uluslararası arenada siyasi bloklaşmalar neredeyse tamamlanmış; Osmanlı bu bloklara dâhil İngiltere ve Rusya gibi ülkeler arasında paylaşım planlarının konusu haline gelmişti (bkz: Reval Mülakatı).
3- İttihad ve Terakki Cemiyeti iktidar olduğunda Rumeli’nin Osmanlı’nı elinde olduğu ifade edilir; ancak çoğu kez onları harekete geçiren ana konunun zaten “Makedonya Sorunu” olduğundan bahis açılmaz. 93 Harbi’nin Rumeli’de neden olduğu sonuçları görmezden gelmeden bunu anlamak mümkün değil (bkz: Berlin Antlaşması). Zira Osmanlı 1878’de Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlığını kazanmış; Bosna-Hersek imtiyazlı bir devlet statüsü elde etmişti. Geriye Manastır, Üsküp ve Selanik kalmıştı. Burada da Sırp, Bulgar ve Rum komitacıları terör ve tedhiş hareketi yapıyordu.
4- Osmanlı sınırlarının ekvator çizgisinde olduğu ifadesi iyimser bir yorum. Fiili durum hiç de öyle değildi. Cezayir 1830, Tunus 1881’de Fransızlar; Mısır 1882’de İngilizler tarafından işgal edilmişti. Dolayısıyla Libya (Trablusgarp)’daki İtalyan ve Çad (Veday Sultanlığı)’daki Fransız işgaline (1911) giden süreç görmezden geliniyor. Üstelik Afrika’daki son kara parçasını da İTC subayları kendi istekleriyle hem de devletin desteği olmadan (tek destek bölgeye giden subayların görmezden gelinmesidir) savunmuştu. (Mısır, İngiliz işgali altında olduğundan devlet, Ordu gönderememiştir.) Merhum, 1833’de Mısır Vilayetimizin Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı mülkünü Kütahya’ya kadar işgal ettiğini gözden kaçırmış olmalı.
5- Osmanlı sınırlarının Hint Okyanusu’nda olduğu ifadesi de benzer bir biçimde iyimser bir yorum. İttihad ve Terakki Cemiyeti iktidara geldiğinde Osmanlının bir ucu Hint Okyanusu’nda değildi. Zira güney Yemen bizim kontrolümüzde değildi. (Yerel isyanları ortadan kaldırmak için uğraşan Osmanlı Devleti, İngiltere ile anlaşmak durumunda kaldı. Bu anlaşma ile İngiltere Yemen’in güneyindeki hâkimiyetini garanti altına aldı ve bölgedeki dokuz kabile -Abdali, Fazli, Âmiri, Akrabî, Havsabî, Alevî, Suhayhî, Yaffasî, Avlakî- İngiltere etkisine girmiş oldu. Üstelik İngiltere 1853’te Katar; 1861 ve 1892’de Bahreyn; 1899’da Kuveyt şeyhleri ile yaptığı ikili anlaşmalarla, Basra Körfezi’nin Batı kıyılarını da etkisi altına almıştı. Hicaz meselesi ve bölgeyi idare eden şeyhlerin İngilizlerle münasebetleri ise ayrıca incelenmesi icap eden bir konu…
Netice
İttihadçılığı salt romantizm ve komitacılığa indirgemek doğru bir yaklaşım değil. Şehit Enver Paşa’nın Osmanlı Ordusunu ıslah çalışmaları Milli Mücadeleyi yürütecek kadronun önünü açmış; Şehit Talat Paşa’nın iskân siyaseti ise Türklerin Anadolu’daki hikâyesini ipten almıştır. “1911’deki Libya Direnişi” ile Mavi Vatan Doktrini aynı jeopolitik kökte birleşmektedir. Türkiye’nin II. Karabağ Savaşı’nda verdiği destek 1918’deki Kafkas İslam Harekatı’nın açtığı kapıdan girmiştir. Bu ve bu gibi pek çok misaller ile İttihadçıların basit komitacılar değil, ileri görüşlü, büyük birer devlet adamı olduğunu göstermesi bakımından mühimdir. Ezcümle İttihadçılar, Türk Milletinin kültürel aklı ve ufuk genişlemesine (kültür havzamızda) işaret eden bir doktrindir.
Neticet’ün Netice
Merhum Türkeş’in ülküleri yolumuzu aydınlatan feyizli bir ışık; fakat ondan öğrendiğimiz “Şahsiyetçilik ve Hürriyetçilik” umdesi gereği de hakikati hatırlatmak gibi de bir sorumluluğumuz var. Sultan Abdülhamid – Şehit Enver Paşa ve Gazi Mustafa Kemal Paşa yakın siyasi tarihimizin en mühim hafıza duraklarıdır. Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş ise bu eksenin “bana göre” 21. yüzyıldaki en güçlü halkasıdır. Bu çizginin takipçileri çok iyi bilir ki; birinin yok sayılması, diğerlerinin eksik ve hatalı çıktılar vermesine neden olur.
Allah razı olsun
Çok sağolun. İstifade ettik
Ülküdaşlarımız, bu sırtlanların hep ne olduğunu bildi, halen biliyor. Aynı şekilde “ılımlı milliyetçi”likçileri ulusalcıları da biliyor.
Şu yakın dönem, bu takiyeci ve dolandırıcıların dönemi çabucak geçse de Milliyetçi Hareket’in iktidarı bütünüyle kazandığı günler gelse…
İslamcılar kendi ideolojilerinin git gide zayıfladığını ve Türk milliyetçiliğinin yükselişte olduğunu görüyorlar bu yüzden ülkücüler arasında tartışma çıkarmak istemeleri ve itc düşmanlığı yapmaları normal. Cumhur ittifakından evvel bunların Türkeş hakkında ne düşündükleri de çok açık. Zerre kadar sevmezler Türkeşi
İşte bunun için siz Hakan BOZ, onlar da Başbuğ ve Türkmen Ağa.
1909’da Türk Sultanını deviren İttihad ve Terakki Partisi 1910’da 810 bin üyeli bir parti. Yamalı Çingene bohçası gibi içinde müslim, gayri müslim ne ararsan var. Bügün de aralıksız yöneticileri devam ediyor.