Küreselleşme son yirmi yılda kavramsal olarak hem diplomaside, hem de uluslararası politikada en yaygın kullanılan terimler arasında yer alarak karşımıza çıkmakta. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin dağılımı ile blokların ortadan kalkması sonrası etkisini arttırmış olsa dahi bundan daha öncesine dayanmaktadır.
Küreselleşme kelime anlamına bakıldığında genellikle karşımıza çıkan uluslararasılaşma, batılaşma, modernizasyon ve evrenselleşme gibi sonuçlar çıkmaktadır.
Küreselleşme teriminin ilk olarak tanımına bakmak gerekirse; en basit anlamda yerkürenin farklı yerlerinde ikamet etmekte olan bireylerin, toplum ile devlet arasındaki iletişim etkileşim gibi durumun bağımlılığın karşılıklı olması ve bunun giderek artması diye nitelendirebiliriz. Küreselleşme tanımı tek bir boyut üzerinden değil, aksine birçok farklı boyut üzerinden, siyasi, güvenlik, teknoloji gibi boyutlar üzerinden de değerlendirilmektedir.
Temel aktörler açısından ise genellikle günümüzdeki küreselleşme kavramı birden fazla aktörü içermekte. Bunlar; uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, devlet üstü kurumlar ve bizim temelde değineceğimiz ulus-devlet aktörüdür.
Bu çalışmada bölümlere ayırmış bir şekilde sırasıyla küreselleşmenin tarihçesi, boyutları ve yaklaşımları olmakla başlayıp daha sonrasında ulus-devletin ne olduğunu, küreselleşmenin ulus-devlete olan etkilerini, gelecekteki küreselleşme ile ulus-devlet kavramının nasıl bir hâle bürüneceğini ve son olarak da bu kavramların güncel konularda ne gibi durumlarda karşımıza çıktığını değerlendireceğiz.
KÜRESELLEŞMENİN TARİHÇESİ
Küreselleşme kavramı tarihte birbirinden bağımsız yerlerde farklı bölgelerde yaşayan insanlar arasındaki ilişkilerin başlaması ile belirmeye başlamıştır. Fakat günümüzdeki anlamını anlamak için ise 3 evreye bakmamız gerekir.
Küreselleşme, 19. yüzyılın sonundan 1914 I. Dünya Savaşı’na kadar, 1914’lerden II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ve 1950 yılından günümüze kadar gelen zaman dilimini kapsamaktadır.
İlk evre olan 19. yüzyıldan 1914’e kadar zamanlarda Küreselleşme karşımıza uluslararası ticaretteki engellerin oldukça az olması ve bu ticaretteki tarifelerin neredeyse yok düzeye kadar azalması dönemlere tekabül etmekte. Zira diğer ikinci evrede ise, bu durum tam aksini göstermiş I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde tüm devletler içe kapalı bir devletçi bir politika izlediklerinden uluslararası ticaret çok düşük seviyelere düşmüştür. Bunun bir diğer en büyük etkilerinden birisi ise 1929 yılında patlak verecek ve tüm devletleri etkileyecek olan Büyük Buhran’dır.
II. Dünya Savaşı’na kadar tam aksi yaşansa dahi savaş sonrası küreselleşme beklenmedik derecede bir yükseliş yaşamıştır, nedeni ise savaş sonrası uluslararası ticaret ve sermaye hacimlerinin büyümesi en büyük etkenlerin başında gelmektedir. Bir diğer yandan iletişim çağının 1900’lerin ikinci yarısında yükselişi de bunun bir başka sebepleri arasında yer almakta, 1980’ler ile de kültürel anlamda küreselleşme karşımıza çıkmaktadır.
EKONOMİK BOYUT
Ekonomik boyutlara değinecek olursak en önemli unsurlardan birisidir Küreselleşmede bulunan. Keza uluslararası ticaretin günümüzdeki güttüğü günümüzdeki ilişki küreselleşme ile eş değer niteliktedir. 1970 ile 1980 yılındaki Neo-liberal politikaların artması ile iyice yaygınlaşan özel sektöre dayalı özel çokuluslu şirketler Neo-liberalizm’in yükselişi ile paralel olarak küreselleşmeyi de tetiklemiş bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye ve diğer ülkelerde dahi ara-mallar mallardan ziyade daha çok yatırım mallara olan talebin iletişim devri ile yoğunlaşması bu duruma bir ön ayak olmuştur.
KÜLTÜREL BOYUT
Kültürel boyuta bakacak olursak ise bir devlet içerisindeki toplumun veya milletin maddi veya manevi adetleri ve değerleri çerçevesinde değerlendirmemiz gerekmektedir. İletişim devri ile birlikte artık bir bireyi dünyanın diğer tarafından bir birey ile anında iletişime geçebilmekte, eskisi gibi günler ve hatta haftalarca cevap beklemek zorunda kalmamaktadır. Küreselleşme bu bağlamda iki taraf açısından da yeni kültürlerin edinilmesi iki taraf açısından bir kültür birikimi ortaya çıkmaktadır.
1980’lerden itibaren 1974 Petrol Krizi ile bir fırsat ile yükselişe geçen ve Washington Konsensüsü ile ilk resmi politik adımlar Neo-liberalizm adına atılmış, Neo-liberalizm ile birlikte yaygınlaşan serbest piyasa vesilesi ile de küreselleşme dünyada giderek her yere ulaşmış oldu. Ulusal Sanayi’nin değişen döviz kurlarına artan talep nedeni ile karşı koymadığından ülkelere giderek ihracat eden konumdan ithal eden konuma gelmiş böylelikle ülkeler içi dışa bağımlılık gerçekleşmiştir. Örnek vermek gerekir ise 1960’li yıllarda Türkiye, 1930’lu yıllarda devletçi ve korumacı politikaları ile ihracata yönelen sanayileşmeye adımlar atan bir ülke olma özelliğini bir nebze kaybetse de yine de devam ettirmekteydi. Fakat iletişim çağı ile birlikte yeni dönemle beyaz eşyaların buzdolabı ve TV’lerin dünya genelinde yaygınlaşması sonucu Türkiye, bu taleplere karşı çıkamamış, dış açığı bu nedenle giderek artmıştır. Bu bağlamda 1980’lere kadar genellikle Keynes’çi politikalar güden devletler artık bu gelişme ile politikalarının temeli sarsılmıştı.
Küreselleşme kavramına yönelik baktığımızda üç farklı yaklaşım karşımıza çıkmakta. Bunlar Aşırı Küreselleşmeciler (Hiper-Küreselleşmeciler), Küreselleşme Karşıtları (Kuşkucular) ve Dönüşümcüler.
KÜRESELLEŞMEYE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR
AŞIRI KÜRESELLEŞMECİLER (HİPER-KÜRESELLEŞMECİLER)
Sosyalist blokunun çökmesi ile son bulan Soğuk Savaş döneminin ardından Küreselleşme ile Neo-liberalizm düşüncesinin yaygınlaştığını vurgulamıştım. Aşırı Küreselleşmeciler ise düşüncelerini 1980’lerde başlayan neo-liberal ile liberal düşüncelere dayandırmaktadır. Hiper- Küreselleşmeciler da diyebileceğimiz kesim genellikle piyasaların devlet kontrolü altında olmadan kendini dengeleyeceğini bu nedenle de devlet temelli bir kontrole gerek kalmadığını savunurlar. Başka bir savundukları husus ise ulus devletlerin artık günümüzde etkisini yitirdiğini ve siyasi bir otoriterlik güçlerinin kalmadığını belirtirler. Neo-liberaller, küreselleşmeyi küresel uygarlığın kurucusu olarak görürler. Onlara göre, asıl güç küresel sermaye temelinde yer almasıdır ve bu sermayenin asıl güdüsü kâr elde etmektir.
KÜRESELLEŞME KARŞITLARI (KUŞKUCULAR)
Küreselleşmeci Karşıtı olanlar genellikle az önce bahsi geçen Aşırı Küreselleşmecilere karşı tavır alan bir diğer adı olan Kuşkucular olarak da adlandırılırlar. Bunlardan ilk bahsetmemiz gereken Radikal Kuşkuculara göre, küreselleşmenin yeni bir durum olmadığını tarihte daha öncelerden de var olduğunu belirtirler. Eski zamanlara bakıldığında pasaport gibi işlemlerin olmadığını ve dünya genelindeki devletlerin hâlâ da ulusal sınırların kontrollerini devam ettirdiğini söyleyerek dünya ekonomisindeki sınırları kaldırmak geriye adım atmaktan başka bir fayda getirmeyeceğini söylerler. Onlara göre, refah devletin sonunu getirecek unsur küreselleşmedir ve bu nedenle küreselleşmeyi yeni bir durum olarak görmemekle birlikte bu duruma kuşkucu yaklaşmaktadırlar.
Bir diğer grup ise neomarksistlerdir. Sosyalist blokun çökmesi ile neredeyse tüm devletlerin sosyalist modeli terk etmesiyle piyasa ekonomisi ve liberalizmin yaygınlaşması ile bu kesim bu durumdan rahatsız olmuşlardır. Onlara göre, Küreselleşme, Kapitalizm’in temelinde olan bir durumdur. Bir başka ifadeyle kapitalizmin günümüzdeki boyutu küreselleşme olarak nitelendirilmektedir.
Bir başka perspektif ile bakacak olursak Küreselleşme, emperyalizmin aldığı yeni bir hâl yahut yeni bir aşaması olarak söylenmekte. Piyasadaki serbestleşme durumu zamanında Batılı devletlere küçük devletleri kurban etmek gibi bir hâl aldıysa Neo-liberalleşme ve Küreselleşme ile az gelişmiş ülkeler sermaye yetersizliğinden dolayı gelişmiş ülkelere bağımlı bir hâl almak konumuna itileceklerdir.
Küreselleşme karşıtı olan gruplar arasında Ulus-Devletin varlılığını tehdit eden bir unsur olarak gördükleri için küreselleşmeye karşı olumsuz bir tutum sergileyen milli devlet politikaları güden gruptur. Onlara göre, Küreselleşme ile milli devletlerin varlılığı ve bağımsızlığı tehdit altında olup onların ekonomik bağımsızlığı küreselleşme ile emperyalist devletlere itilmektedir. Bir diğer yandan küreselleşmeyi ekonomik anlamdan ziyade daha çok bir ideolojik tutum olarak ortaya çıktığını savunmaktadırlar.
DÖNÜŞÜMCÜLER
Bir diğer grup ise Dönüşümcüler olarak karşımıza çıkmaktadır. Giddens’e göre, Küreselleşme, dünya düzenini yeniden düzenlendirecek ve modern toplumları hızlı sosyal siyasal ve ekonomik değişiminde bulunan ana unsur olarak görülmekte dönüşümcüler tarafından. Ulusal devletlerin otoritelerinin sarsılmasının ardından yeni bir düzenin ve bu otoritelerin yeniden oluştuğu kısmını kabul eder, bir diğer yandan da aşırı küreselleşmecilerin ulus-devlet hakkında onların varlığının sonlarını geldiği hususu ile kuşkucuların hiçbir şey değişmedi bunlar yeni bir durum değil dedikleri kısmı reddetmektedirler. Dönüşümcülere göre, ulus-devlet yeniden bir yapılanma içine girdiği, bu durumun kendine içine kapalı olmamakla birlikte ulus-devlet kavramının küreselleşme ile yakın ilgili olmalı olduğunu vurgulanması gerekir. Giddens de bu duruma şu sözlerle değinmektedir; Ulus-devletler gerçekte hâlâ güçlüdürler ve siyasal liderlerin de dünyada oynayacak büyük bir rolleri vardır. Ama aynı zamanda, ulus-devletin gözlerimizin önünde yeniden şekillenme sürecini de kimse yadsıyamaz. Bu gruba göre, artık Küreselleşme bu düzeni oluşturan sistemin en başında gelmektedir ve artık uluslararası ile iç işleri birbirinden farksız bir hal almaya başlamıştır. Kısacası, Ulus-Devlet kavramı Küreselleşme ile yeni bir yapılanma içine girerek yeniden yeni bir düzen oluşacağını ve ulus-devlet kavramının sonunun gelmeyeceğini, fakat küreselleşmenin de bariz ortada olduğunu savunurlar.