ULUS-DEVLET
Dünya genelinde genellikle yaygın bir devlet biçimi haline gelen ulus-devlet anlayışı, 15. ve 16. yüzyılda Avrupa’da merkezi bir yönetim şekli olarak belirmiş, dini ile genellikle tüm kurum ile grupları kendi yönetim hakimiyetine alan bir modern devletin devamı niteliğinde ortaya çıkmıştır. Tarihsel ve sosyolojik bakmak gerekirse de bu kavram paralel olarak merkantilizm, sömürgecilik ile kapitalizm ile birlikte gelişme aşamalarını yaşayan bir kavramdır.
Burjuvazinin belirleyici olarak öne çıktığı kısımlarda modern ulus-devlet fikri, yapışı veya işleyişi burjuvazi devriminin zaman olarak geç kalmış veya başarılı olamadığı kısımlardan yahut toplumlardakinden daha farklı bir şekil oluşturmuştur.
Ulus-Devletin doğuşu veya temellerinin atılması 1648 yılında imzası atılan Westphalia Antlaşması ile birlikte başlamaktadır. Bu barış antlaşması sonucu egemen devletlerin meşrululuğu tanınmış ve bu devletlerin iç işlerine müdahele edilmemesi kararı alınmıştır. Antlaşma, modern devlet açısından günümüze getirdiği en önemli bir başka sonucu ise, toprak ile otorite arasında bir bağın inşa edilmesiydi. Fransız İhtilâli de ulus-devlet kavramının tamamlayan bir diğer önemli bir dönüm noktasıdır.
KÜRESELLEŞMENİN ULUS-DEVLETE ETKİSİ
Devletlerin egemenliği noktasında çok önem teşkil eden Westphalia Antlaşması’nın imzalanmasına zamanın kısalması gibi veya mekan daralması gibi konulara etkili olan ulaşım ile iletişimin gelişmesi etkili olmuştur. Bunun yanı sıra bunlar artık devletlerin hâkim olduğu egemenlikleri aşındıracak ve yeni bir uluslararası düzenin oluşmasına yol açacaktı.
EKONOMİK ETKİLERİ
Küreselleşme’nin Ulus-Devlet’e ekonomisi açısından etkisine değinecek olursak ilk olarak, sermayenin serbestleşmesi modern devletlerdeki ekonomilerin kendi hükümeti eli altında iken, bir anda kendi kontrollerinden çıkmasına sebep olmuştur. Bunun yanı sıra ekonominin bu vesile ile küreselleşmesi ile artık dövizlerdeki kurların ise sistematik bir şekilde birbiri ile bağlantı kurmasına neden olmuş, bu nedenle de para politikalarının ulus-devletlerin kendi kontrolünden veya kendileri belirleme haklarına sahip iken, o kontrolü kaybetmelerine neden olmuştur.
Bir diğer yandan ticaretteki küreselleşmenin artması ulus-devletin ihracat yapan bir konumdan daha çok ithal eden konuma sürüklemiş, ülke içerisindeki iç piyasadan ziyade daha çok dış piyasaya, dışa bağımlı hale getirmiştir. Zira 1930’lu yıllardaki Büyük Buhran ile bazı az gelişmiş ülkeler kendi içerisindeki sanayileşme fırsatı bulmuş ve kendi kendine yeterlilik açısından gelişmeye başlamış iken, küreselleşme ile bunun tam aksi gerçekleşmiş, sanayileşme ve kendi üretmek yerine üretecek malları dahi dıştan alır hâle getirmiştir. Bu durum birçok ulus-devleti dışa bağımlı hâle getirerek, bir ekonomik darbe yapmış da diyebiliriz.
Bir diğer yandan küreselleşme ile serbestleşmenin yaygınlaşması ve bu durum sonucunda ise krizlerin belirmeye başlaması ülkelerdeki işsizlik ile fakirleşme seviyesinin yüksek boyutlara taşımıştır. Küreselleşme durumu neo-liberalizm gözünden açıklamak gerekirse zengini daha zengin, yoksulu daha da yoksul yaparak aradaki farkı iyice büyütmüştür. Krizlerle birlikte ulusal nitelikte olan ekonomik tesislerin yabancılara satılması ve başka yerdeki toplumun halkı iş bulur iken, tesisleri satma mecburiyetinde kalan ulus-devletin halkının işsiz kalmaları da acı bir gerçekler arasındadır.
SİYASİ ETKİLERİ
Modern Ulus-Devleti, modern dönemde egemenliğini tamamı ile kendi elinde bulunduran ve uluslararası düzenin en önde gelen aktörlerinden biri olmaktaydı. Zamanla gelişen teknolojik yeniliklerin gelişimi ile ulus-devletler büyük değişimlere uğramıştır. Küreselleşmenin devletlerin etkisi giderek azalttığını belirtmiştir. Bunun yanı sıra devletler için hükümetlerin etkisini de giderek zedelemeye kalkışan küreselleşme günümüzde mevcuttur.
Ulus-Devletteki devletin yapısı ile işleyişi konusunda küreselleşme büyük etki etmiştir. Devletlerin millet anlayışını ve siyasi anlamda hükümetler çapında etki göstererek, ulusal çapta hükümetlerin ise karar alma gücünü belirli seviyede zayıflamasına neden olmuştur.
Liberal düşüncenin ekonomik açıdan piyasa serbestleşmesi aslında küreselleşmenin bir parçası olmak ile hükümetlerin ulusal politikalarından uzaklaşmasına ve etkisinin azalmasına neden olmuştur. Zira 1970’ler ile Petrol Krizi’nin hemen sonrasında Washington Konsensüsü ile gerçek anlamda politik açıdan hayatımıza giren devlette de yer alan bir Neo-Liberal düşünce yapısı ortaya çıkmış bu da hem siyasi, hem de ekonomik olarak ülkeleri etkilemiştir. Günümüzde Neo-liberalizm dışa bağımlılığı yaygınlaştırmış böylelikle küreselleşmenin daha da hızlı yayılmasına neden olmuştur. Örneğin, ihracatlar ile iletişim çağı zirve yapmış, böylelikle dünya bir küresel köy haline gelerek bir insanın dünyanın diğer tarafındaki bir birey ile normal süre ile 1 ayda anca iletişime geçebilirken küreselleşme ile yaygınlaşan teknolojik iletişim vasıtasıyla anında bağlantı kurabilmektedir. Bu durum da gösteriyor ki Neo-liberalizm, Küreselleşmenin önünü daha da açmıştır.
Zaman zarfında ulus-devletlerin karşı koyamadığı siyasi çevresel ve ekonomik sorunların çözülmesi için uluslararası örgütler ortaya çıkmıştır. Bu uluslararası örgütlerin zamanla güçlenmesi ulus-devletin egemenliğini ve söz hakkını giderek kısıtlamıştır. Buna örnek olarak IMF ve Dünya Bankası söyleyebiliriz.