Köyden ilçelere, ilçelerden şehir ve kentlere göçün getirdiği olumsuzlukların en temelinde mahalle kültürünü ve mahalle kültürünün bize kazandırdıklarını ortadan kaldırması var. İnsanların birbirini tanıdığı ve kendini güvenli hissettiği bir ortamdan mahalle kadar insanın bir binada ya da sitede yaşadığı hâlde birbirinden bîhaber olduğu zamanlara geldik. Bunun bir sebebi de tek yaşayan kişilerin de kadın-erkek ev halkının yetişkinlerinin de çalışması faktörüdür. Çünkü çalışma temposu kimsenin kimseyi pek fark etmesine müsaade etmiyor, maalesef… Bunun mesuliyetini çalışanlara yüklemiyorum asla. İş verenlerin ve devletin çalışma saatlerini insaniyet dışı olarak belirlemesinde bütün sorunları aramalıyız.
Mahalle kültürü içinde çocuklar ilk ilişkilerini, ilk hayatî tecrübelerini ederler. Hakkını savunmanın, paylaşmanın, kıskançlığın ne olduğunu ve düşe kalka düşmemek için neler yapmak gerektiğini… Fakat bunları sitede ve bir nebze olsun mahalle kültürünü yitirmemiş semtlerde yaşayan çocuklar da tecrübe ederek büyüyor. Oysa mahallesindeki her yer beton ya da asfalt olan, piknik için en az yarım saat arabayla yolculuk yapan çocuklar ilk arkadaşlık ilişkilerini kreş ya da anaokulunda veyahut parklarda tecrübe edebiliyor. Bu da anne/baba kontrolünde ve gözetimle olduğu için gerçek ilişki ve şahsiyet kodlarını ifade edemiyor ya da gizli ortamda yansıtabiliyor. Bu şu demek: Kıskançlık belirtilerini, şiddet eğilimini, sevgi ifadesini ya da kendini ifade edeceği şekli kontrol ve ikazlar bağlamında ortaya koyuyor. Bu da çocuklarda gelişmesi gereken bazı duyguların, özelliklerin yavaş olmasına ya da gelişim gösterememesine sebep oluyor. Anne/babasının oyuncağını sürekli paylaşmasını söylediği çocuğun paylaşım durumunu ya da içindeki kıskançlık eğilimini ölçmek pek mümkün olmuyor. Nitekim bu da çocuklardaki kişilik durumlarını çözmek için okul çağına gelmesini beklemek zorunda bırakıyor bizi. Ve bazı durumlar için bu biraz geç kalmaya sebep olabiliyor… Oysa eski kalabalık ortamlarda çocuklar olumlu ve olumsuz her durumu çözmek ya da üzerine gitmek için uygun koşullara sahipti. Kardeşiyle, kuzenleriyle ya da mahalle arkadaşlarıyla bunu kendi kendilerine çözüyor ya da fark edilmesini sağlıyorlardı. Şimdilerde anne-babalar dost meclislerinde çocuklarının bazı olağandışı davranış ya da tepkilerini gözlemledikleri zaman uzman birinden destek alma gereksinimi duyuyorlar. Oysa bu durumları gözlemleme gereksinimi duymayan ebeveyn sayısı hiç de az değil…
Vakit geliyor, çocuk büyüyor ve kreşe gidiyor. Çünkü artık evde tek başına ya da bakıcıyla vakit geçirmek çocuğa yeterli gelmiyor. Sosyalleşmek, oyun oynamak ve paydaşlık duygularını tecrübe etmek istiyor ve bunun çözümünü bir okula göndererek buluyor ebeveynler, ister istemez. Sonra ver elini etkinlikler, kazanımlar, çalışmalar, kurslar, sporlar, hocalar… Bizim çocuklar daha çocuk olamadan, eve doyamadan, çocukluğunu yaşayamadan kendini testlerde, ölçümlerde, terapilerde buluyor. Bunların ne olduğunu elbette anlayamıyor. Birileri ona sürekli değerli olduğunu, onu sevdiğini söylerken birileri de sürekli sorular yöneltip bir şeyleri çözmeye, anlamaya çalışıyor. Oysa sorunun temelinde çocuğun yalnızlığı var. Bakıcıda arkadaşı televizyon, çizgi film karakterleri ya da oyuncakları oluyor. Kurslarda sürekli yapması gerekenler ve kat edilmesi gereken merhaleler anlatılıyor. Kreşte öğrenmesi gereken İngilizce kelimeler, kurması gereken cümleler, sorması gereken sorular ezberletiliyor. Ve tabi çocuk bunları yapmak için servislerde oradan oraya sürüklenip gidiyor. Bu anlattığım “nimetleri” bulamayan çocuklar var diyeceksiniz. “Ne çok abarttın sende hocam.” diyeceksiniz. Biz anne-babalar çocuklar bu imkanlardan istifade etsin diye sabahtan akşama kadar çalışıyoruz diyeceksiniz. Bende bu cümleyi kuran ebeveynlere “Çocuklar kurslardan lisans, okullardan harika lisanlar ve testlerden “dâhi” sonuçlarını sizler görün, mutlu olun, tatmin olun diye hebâ oluyor.” diyeceğim ve ekleyeceğim: “O çocukların sizlerle ve sevginize ama gerçek olan, hissedebildiği sevginize ihtiyacı var.” Diyeceğim ve karşılığında “Ama hocam biz onları zaten seviyoruz.” Diyeceksiniz, muhtemelen. Fakat işin iç yüzü öyle değil sevgili ebeveynler… Çocuklar kurstan kursa gitmekten bunaldı. Enerjisini atmak için sporlardan sporlara yetişmektense parka, bahçeye gitmeye, ağaca dokunmaya, toprağı hissetmeye ve olağan mükemmel döngüyü hissetmeye ihtiyaçları var. Çünkü insanoğlu kaç yaşında olursa olsun ruhunda hem iyiliği hem kötülüğü taşır. İyilikle ve iyiyle muhatap oldukça iyi tarafı beslenir. Kötülükle ve kötüyle muhatap oldukça kötü yönünü açığa çıkarmaya başlar ve sorunlar baş gösterir. Bu sebeple insana dair ne varsa bunu “yaparak yaşayarak” dediğimiz doğal ortamında öğrenir, kanıksar, içselleştirir. Aksi halde bütün kazanımlar bir “gömlek” gibi üzerinden çıkarana kadar mânâ ifade eder. Çıktığı anda aslolan gerçekle baş başadır.
İşte bütün bunların temelinde insanın “öz” varlığına aykırı şehir planlaması, fıtratına aykırı çalışma koşulları ve ruh dünyasına aykırı kopuk ilişki ve iletişim dünyası ile özünü yitirmiş insanlar olarak özün aykırı ama profesyonel çocuklar yetiştirmeye çalışıyoruz. Sonra da çocukların ruh dünyalarında açtığımız yaraları tedavi etmek için psikologların, oyun terapistlerinin, kursların kapılarını aşındırıyoruz. İhtiyacımız olan şey sakince oturup düşünmek. Hatanın kaynağını bulunca sorunların çözümü için yapılması gerekeni de buluş olacağız…