İnsan, yaradılışı gereği değerli olduğunu ve sevildiğini hissetmek ister. Bu hissi insanlar farklı şekillerde yaşayarak hissetmek isterler. Psikolojide bu mesele “Sevgi Dili” diye bir tanımlamayla ve alt başlıklarla inceleniyor. Bir kitap çalışmasıyla meseleyi daha kapsamlı öğrendim bende. Sevgi Dili demek aslında insanların sevgiyi hissetme dili, kanalları. Yani sağlıklı bir ilişki ve iletişim için ihtiyacımız olan “besleyici sevgi türleri” olarak tanımlayabiliriz. Alt başlıklarla ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Bu alt başlıklar şöyle: Kaliteli Zaman, Onay Sözleri, Hediye Alma, Hizmet Eylemleri, Fiziksel Temas.
Bahsettiğim kitapta bunu kadın-erkek birlikteliklerinde “sağlıklı bir iletişimi” için kişilerin birbirlerine karşı tavır ve tutumları bağlamında ele almış. Fakat mesele bu döneme gelmeden önce en temel dönemimiz “bebeklik-çocukluk dönemi” itibariyle ele alınmalı.
Uzmanlar çocuğun anne karnında vâr olup annenin ve babanın bebek sahibi olacaklarını öğrendikleri andan itibaren çocuğun ruhsal ve psikolojik döneminin başladığını ve konuşulan, hissedilen, yaşanan her şeyin etkisini anne dolayısıyla da ortamdaki yansımalardan da hissettiğini söylediler. Bu şu demek: bebek beklenmeyen bir dönemde “sürpriz” yaptıysa, anne, baba veya her ikisi de bu çocuğu istemiyorlarsa ve çocuk yine de dünyaya geldiyse doğuştan bazı olumsuzları hissederek doğmuş demektir. Aile ortamında bu “istenmeyen bebek” ya da beklenmeyen anda hayata katılan “birey” neticesinde olumsuz sözler, davranışlar, olaylar baş göstermeye başladıysa, müjde! Nur topu gibi bir Safiye’miz oldu.*
Peki annenin ve babanın bilerek ve isteyerek çocuk sahibi olduğu fakat amacın sade ve sadece çocuk sahibi olmak olan birbirlerine sevgi, aşk, muhabbet beslemedikleri, bunun önemli bir “bağ” olduğunun dahi düşünülmediği bir arada akşam yemeği dahi yenilmediği bir evde nasıl sağlıklı bir çocuk yetişir ki? Mümkün değil, maalesef… Buradan da tatlı ama sevilmek için sürekli çabalayan, kendini paralayan, “Ben buradayım, beni fark edin!” diye yırtınan çocuklar peydâ olacak, ne yazık ki…
Peki çözüm nedir?
Çözümü ben söyleyemem fakat çözüm için birkaç önemli hususu işaret edebilirim.
Öncelikle evlenecek kişilerin kendilerinin evliliğe ve hayatı artık bireysel yaşamayacak ve biriyle “paylaşacağı” durumunun idrâkıyla hareket etmesi ve “paylaşım”ın temenlinde sevgi ve hoşgörünün olması gerektiğini bilerek bu yola çıkması. Aksi takdirde evlenip boşanan ve ruhsal açıdan yıkık, yeni bir hayat kurmak isteyen ama bir yandan da buna hevesi olmayan “yaşamış olmak için yaşayan” bazı kimseler oluyor. Böyle söyledim diye boşanmaya ve boşananlara kötü gözle baktığım düşünülmesin. Boşananlara da boşanmaya da saygı duyuyorum. Fakat boşanmanın yıkıcı ve sarsıcı olduğuna şahitlik ettiğim ve okuduğum/gözlemlediğim durumlara binaen bunu söylüyorum. Ve evlilik iki kalbin birbirini tamamlaması olmaz ve kalpler başka yerlerde çarparsa “Hanlar, Gülbenler” hiçte hayal ürünü olmuyor arkadaşlar. Sevilmek için kendini paralayan, sevdiği için değil sevilmek için ilişki kuran çocuklar, yetişkinler kaçınılmaz oluyor. Çünkü bebeklik ve çocukluk döneminde Fiziksel Temas yoluyla sevildiğini hissetmeyen; doğum gününde, karne aldığında, başarılı olduğunda Onay Sözleri’ne layıkıyla muhatap olamayan; oyun oynamak istediğinde, okulda güzel bir gün geçirdiğinde, unutulmaz bir anısını paylaşmak istediğinde karşısında Kaliteli Zaman geçirecek birini bulamayan çocuklar büyüyor, yetişkin oluyor ve bunları sahte olarak sunan hatta belki de sunmayacak olsa bile sunacakmış gibi yapan kimselere bütün benliğiyle teslim oluyor ve istenmeyen olaylarla karşı karşıya kalıyoruz…
Çok önemsemediğimiz fakat kişilik bozukluklarının, psikolojik rahatsızlıkların temelinde yatan en sorun: Değer görmeme-Sevildiğini hissedememe.
Sevgi Dili bağlamında bahsettiğim beş başlık kişilerin karakter bağlamında sevgiyi hissetme yöntemleri ve bu sevgi kanalları beslenmediği takdirde kendini değersiz, sevilmeyen ve hiçbir şeye layık olmayan kimseler olarak bile görebiliyor. Nitekim Masumlar Apartmanı örneğinden ilerlersek evin annesi eşinin unutamadığı eski eşi ve oğlunu unutamadığı için öncelerde üzülür, ağlar. Sonrasında bu durum kinlenmesine sebep olur. Kocasına kızar, çocuklara bağırır. Kocasına kinlenir, çocuklardan öfkesini çıkarır. Hakaret eder, aşağılar hatta şiddet bile uygular. Evet bunları başta eşinin kendisini sevmemesi, ailelerine değer vermemesi zannettikse de asıl mesele yeni ortaya çıkmıştır: Evin annesi olan Hasibe’nin de aslında annesi tarafından sevilmemiş ve sevgisiz bir evde büyümüş olması, hep horlanması, değersiz bir şey muamelesi görmesinden kaynaklanmaktadır. Heves ve heyecanla başlayan nişanlılıklarını annesi Hasibe’nin içinde peydâ olan sevgiyi hissedip buna tahammül edemeyerek bu nişanları bozdurmuştur. Nihayetinde eşini ve çocuğunu kaybetse de kalbi onlar için çarpan Hikmet beyle evlendirilen (tabi bu evliliği annesinin zulmünden kaçış olarak gören Hasibe de Hikmet’i tanıma, gerçekten evlenmek istiyor mu diye düşünmeden) Hasibe evlenir ve peşpeşe çocukları olur ve çocuklara hayat zindan olur…
Sokağa çıkmanın yasak, okulun mikrop ve gülmenin-eğlenmenin “utanmazlık” olduğunu işite işite büyürler ve nihayetinde bir yandan şirketlerinde Ceo olan ama akşamları çöpleri karıştıran bir Han meydana gelir. Annesinin elbiseleriyle kendini annesi zanneden Safiye herkese “pislik” muamelesi yapıp beyaz sabunla çitilemenin hayalini kurar. Gördüğü tek “erkek” olan Esat’a aşık olan ve kendisine kibar davranışları sebebiyle Esat’ın da kendine aşık olduğunu sanan ve onu Esra’ya yâr etmemek için pek çok şey yapan bir Gülben’imiz ve evin en normal psikolojiye yakın üyesi Neriman’ın da kişilik bozukluğunun tezahürü yaralar açıp bunları kaşıya kaşıya sadistçe haz alması ve bunu Han’dan gizleyerek çözüm yollarını reddetmesi…
Dizi ve karakterler üzerinden örnekleri çok ayrıntıya girmeden fakat meseleye dair açıklık getirmeye çalışarak izah etmeye çalıştım. Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun terapilerini kitaplaştırdığı ve kitaplar üzerinden senaryonun oluşturulduğu düşününce kişi ve olayların hayal ürünü olmadığını biliyor ve kişilerin roller bağlamında sergilediği tavırlardan yola çıkarak da aslında ülkemizde pek çok kişide bu gibi durumların yaşanmış olduğuna şahitlik etmiş oluyoruz.
Ümit ediyorum ki herkes sevdiği, sevildiği bir ailede doğmuş olsun, hasbelkader istemediğimiz durumları yaşayarak büyüdüyse de eş adayı, eş, ebeveyn adayı ve ebeveyn olarak maruz kaldığı, gözlemlediği yanlış davranış ve söylemlerden uzak durarak sağlıklı bireyler, sağlıklı aile ve sağlıklı toplum için elinden geleni yapmış ve yapacak olsun. Aksi takdirde domino taşları gibi herkes durumlardan etkileniyor, istenmeyen durumlara maruz kalıyor.
*Burada Masumlar Apartmanı’ndaki Safiye karakterine gönderme yapılmıştır. Kinayemizin yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesini istemeyiz. 🙂