Alâeddin Yavaşça
En değerli şeylerin başka, kendine özgü kökenlerinin olması gerekir diyor Nietzsche. Bu fani, baştan çıkarıcı, aldatıcı, adi dünyadan, bu kuruntu ve hırs karmaşasından türetilemezler! Kendisiyle birçok anlamda mutabık olamasak da bu bahiste anlaştığımız söylenebilir. Ehemmiyet gösterdiğimiz bazı şeylerin çirkinliklerle yüz göz olması fikriyatı dahi rahatsız edici, besbelli. Ki zaten, meselenin bizcesinde böylesi putları deviren bazı simalar var. Nice güzelliklere güzellik katıp “pek kıymetli” sıfatının hakkını veren bazı simalar. Kulaklarımızın pasını alırken gönlümüze de bir göz kırpıp ferahlıkla mest eden simalar.
Ölçeği mikro düzeye getirip 1926’nın Kilis’ine varıyorum bir koşu. Şair Yavaşcazade Sezai Efendi’nin oğlu Hacı Cemil Efendi ile Kınoğlu Kadri Efendi’nin kızı Enver Hanım, bir erkek çocuk sahibi olurlar. Evet, 1926’nın 1 Mart’ında. İki ağabey ve iki ablanın ufak kardeşi Alâeddin, dünyaya gözlerini açtıktan yıllar sonra gurbet illere varır. “Yıllar” diyerek kast ettiğimiz süreç ilkokul ve ortaokul öğretiminin nihayetlenmesiyle hâsıl olur. Söz konusu nihayetlenmeyi ihtiva eden ufak yaşlarında hayatının mihenk taşlarından musiki ile tanışır. Bu tanış olma durumu amansız hoşlukların, inceliklerin ve hatta nice nezaketin kapısına varacaktır. Aslında çok kıymetli bir ailenin, şiirin, çalgının ve güzel seslerin içine doğar Alâeddin. İlk göz ağrıları; ablalarının, ağabeylerinin söylediği bazen de plaklardan duyduğu şarkılar, hocası Zihni Çelikalp ile Halkevi’ndeki çalışmaları ve hatta keman dersleridir diyebiliriz. İşte vakit liseye gitmeyi lazım getirdiğinde Kilis’teki şartların el vermeyişi Alâeddin’in rotasını Konya’ya çevirir. Konya’daki ikinci yılında soğukların tesiri vücudunda zatürre olarak tezahür eder. Memleketine dönerek sıhhatine kavuştuktan sonra ihtisasına İstanbul Erkek Lisesi’nde devam eder. Musiki hayatında pek mühim gelişmelerden biri bu yıllarda gerçekleşir. Esasen bir keşfedilme durumu nükseder.
Efendiliği ve üstün terbiyesi ile mârûf olan Alâeddin, hocası Salim Rıza Kırkpınar’ın anlatılarına göre esas olarak Hakkı Süha Gezgin tarafından keşfedilir. Her ikisinin de inancı Türk Musikisi’nde kıymetli bir değer olarak Alâeddin Yavaşça’nın var olacağıdır. Liseyi bitirdikten sonra Tıp Fakültesi’ni kazanır. Bu kazanım yalnızca akademik anlamda tezahür etmeyecektir. Birçok hoş tanışlık bu minvalde gerçekleşir. Talebeliği yalnızca tıbbiye ile kalmaz, hoş tanışıklıklar onu defaatle talebe olma yoluna koyar. Dr. Subhi Ezgi, Hüseyin Sadeddin Arel, Ekrem Karadeniz, Salih Murad Uzdilek, Artaki Candan, Mesud Cemil, Refik Fersan, Nuri Halil Poyraz, Subhi Ziya Özbekkan, Fehmi Tokay, Cevdet Çağla, Erguner, Dr. Selahaddin Tanur, Sadeddin Kaynak, Zeki Arif Ataergin ve Münir Nureddin Selçuk gibi kıymetli isimlerle bir aradadır. Alaeddin, talebesi olduğu bir hususun diğer hususa tesiri mevzusunda kendinden emindir. Hatta öyle ki, kadın doğum üzerine aldığı eğitimlerdeki başarılarını “Dede Efendi’nin ruhunun yardımı ve aracılığı, bana bu imkânı hazırlamıştır” diyerek izah eder. Tıp hayatında da kıymetli çalışmaların ardında ismini görebildiğimiz Alâeddin Yavaşça, elliden fazla bildiri sunarak bu alandaki istidadını da ortaya koymuştur. Kimi zaman hekimlere şeflik kimi zaman talebelere hocalık eden Yavaşça, 90 senesinde başhekimliğini yaptığı Haseki Hastanesi’ndeki görevinden ayrılarak tıp hayatı ile alakalı konuşabileceğimiz bahisleri noktalar. Mesele istidatlar ise Alâeddin Yavaşça için bir sona varmak mümkün değil elbet. Bestekâr Yavaşça’dan bahsedelim istiyorum biraz. 1951’de güftesini de kendisinin yazdığı, ‘’Aşkın beni bak yıktı harabeyledi ey mah’’ sözleriyle başlayan eseri bestekârlıktaki ilk neticesidir. Farklı türlerde ortaya koymuş olduğu 647 eserden birisidir yalnızca bu. 33 form, 74 makam, 46 usûl kullanıp ayrıca bu bestelerde 159 şairin güftesini de misafir etmiştir. Bununla birlikte 21 esere aranağme yapmıştır. İstanbul Belediye Konservatuarı, İleri Türk Musikisi Konservatuarı, İstanbul Üniversitesi Korosu gibi kuruluşlarda musiki minvalindeki duruşuna defaatle sağlamlık katıp kendisini geliştirmesinden sonraları İstanbul Radyosunda solist olup zamanla da danışma kurullarında hatta denetleme ve repertuar kurullarında vazife almıştır. Yavaşca, devlete bağlı ilk konservatuarın kurucuları arasında yer alır. Bu alanda da mühim kadrolarda çalışmıştır. Konservatuarın İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanmasıyla danışma birimlerinde de yer alır. Başhekimlikten ayrıldığı sene, YÖK tarafından İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Profesörlüğüne atanıp yine aynı yıl yürürlüğe giren başka bir yasayla Haliç Üniversitesi’ne geçer. Türk musikisine katkılarından sebep sayısız ödüle layık görülen Alâeddin Yavaşça’nın aldığı her mükâfata yer vermek mümkün olmasa da; 2008 yılı ‘’Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’’ ve 2010 yılı “TBMM Üstün Hizmet Ödülü” gibi ödüllerin sahibi olduğunun altını çizmek lazım gelir. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça’nın bir uzunçaları, 15 adet 45’lik plağı, 25 adet 78’lik taş plağı mevcuttur. Türk sinema tarihinin önemli yapıtlarından ‘’Tahir ile Zühre’’ ‘’Arzu ile Kamber’’ filmlerinde Müzeyyen Senar’a eşlik eden ses de Yavaşça’ya aittir. 1952 yılında bu yönde yapmış olduğu çalışmalarına 56’da müzikleri Sadi Işılay’a ait “Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi” filminin şarkılarını icra ederek bir yenisini ekler. Sene 61 olduğunda hem şarkılarını yaptığı hem de okuduğu ‘’Gönülden Gönüle’’ filmi zihinlere, gönüllere nakşolur.
Uzunca süreler koro şefliği de yapan Alâeddin Yavaşça şöyle diyordu: “Türk Musikisindeki gerçek bestekârlarımızın ortak bir düşüncesi vardır, musikideki güzellikleri insanlara ulaştırabilmek için, Yüce Allah bestekâr kullarını vasıta olarak kullanır. Asıl kaynak O’dur. Bu güzellikler için bestekâr görevlendirilmiştir.”
Yavaşça için bir görevlendirme kabul edilen bu vazife çok kısa bir süre önce sonlandı. Esas olana, hakikate göçtü yılların pek kıymetli beyefendisi. Nice hoşlukla taçlanmış bir uzun ömür. Yıllar öncesinde ufaklık vakitlerinin geçtiği eve varınca Cahit Sıtkı’nın dizelerini* seslendirip gözlerinden özlemi akıtan yurduna, hatıralarına düşkün pak yürek. Kendine özgü kökenlerinle iyi ki geçti bu diyardan. Diyarın en hoş sedalarından!
Rahmet ve minnetle.
*“Bu tatsız akşam saatinde, görünmez kanatlarınızla cama vurmayın ey hatıralar
Sessizliğine doymadığım o eski saatleri, yeni baştan kurmayın, kurmayın ey hatıralar
Suda yıldızlara uyarak, siz de uzaktan bir çöküp bir dönüp durmayın ey hatıralar
Bu tatsız akşam saatinde, başucumda pervaneler gibi dönüp dönüp durmayın ey hatıralar”
Yazarın ufak bir dinlence önerisi:
Sonbaharın Bizi Daldırdığı Rüya Geçici – Alâeddin Yavaşça
Tûtî Mûcize Guyem – Alâeddin Yavaşça
Fâriğ Olmam Eylesen Yüz Bin Cefâ Sevdim Seni – Alâeddin Yavaşça