Atatürk
Atatürk

Ne Film Ama Değil Mi?

Üniversitedeyken Oflu bir ev arkadaşım vardı, en büyük eğlencesi her gece salona geçip ilçenin tek internet kafesinden satın aldığı VCD’den film izlemek ve izlediği yerde uyuyup kalmaktı. Arada ben de onun bu eğlencesine eşlik ederdim. Bir gün merak edip, “Oflu, sen bu filmleri neye göre seçiyorsun?” diye sorduğumda “Vallahi başkan, filme bakıyorum ikincisi çekilmişse hemen alıyorum.” demişti. Öyle ya, filmin ikincisi çekiliyorsa demek ki birincisi tutmuştu. Şimdilerde iktidar partisi ve ittifakın kurucu ortağı, “Allah Allah… Bu terörün siyasi uzantısı ve belediyeleri neden bir süredir hendek kazmıyorlar?” ya da “Üniversitelerde gençlerimiz ne oldu da katledilmiyor?” veyahut “Bu ara Türklüğümüz neden pek tartışılmıyor acaba?” diye düşünmüş olmalı ki 2012’de resmen “açılım süreci” adıyla başlattıkları politikayı bu defa “terörsüz Türkiye” adıyla sahneye koydu. Filmin ilki tutmadı ama ikincisi çekiliyor. Bir de ne güzel isimler koyuyorlar değil mi? Terörsüz Türkiye, barış süreci, demokratik açılım…. Filme henüz galasından itiraz edecekler için yanıtlar her zamanki gibi hazır. Onlar yine terörün ve savaşın sürdüğü, antidemokrat bir ülke arzuluyor olacak. Aynı filmi aynı şekilde çekip farklı sonuçlar elde etmeyi ummak da son dönem Türk politikasının en büyük eğlencelerinden olmalı. Yalnız bedeli ağır bir eğlence… Aslında bu, devlet aklına her nasılsa ikna edilen Türk milliyetçilerine 2010’lardan tanıdık gelmeli ama hafızayı tazelemekte bir sakınca yok.

2013’te kurulan ve Türkiye’yi gezerek çözüm sürecini anlatan “Akil İnsanlar Heyeti” her gittiği yerde Türk milliyetçilerinin protestolarına maruz kalmıştı. Aradan 12 sene geçti ve o gün protesto edilen bu insanlar elbette buhar olup uçmadılar, bir kısmından haber yok ama çoğu için pek değişen bir şey olmadı. Yani aslında filmin kadrosu büyüdü sadece, ilk filmdeki oyuncular bütün başarısızlıklarına rağmen yine sahne önünde. Hüseyin Yayman AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Mehmet Uçum Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili, Hilal Kaplan TRT Yönetim Kurulu Üyesi, Hülya Koçyiğit TRT 2 Film Gibi Hayatlar programı sunucusu, Vedat Bilgin AK Parti Ankara Milletvekili, Yusuf Şevki Hakyemez Anayasa Mahkemesi Üyesi oldu. Bu arada sürecin meşhur içişleri bakanı Efkan Ala AK Parti Genel Başkan Vekili, başbakanından bahsetmeye lüzum yok sanırım. Ne film ama değil mi? O günlerde bizzat MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ağzından Türkiye’de Türklerin varlığına kastetmekle suçlanan bu isimler bugün devlet ve hükûmet organizasyonunun içindeler ama o gün muhalefette duran Milliyetçi Hareket Partisi bugün Cumhur İttifakı’nın bir ortağı. Aradaki farkı anlamak zor değil. 2019’da hayatını kaybeden merhum Naci Memiş’in yanına gittiğimde bana, “Habur’dan PKK’lılar gelirken ne yaptınız?” diye sorduğunda, “Başkanım o kadar protesto yaptık, yazılar yazdık.” demiş ve “O gün Meclis’te olmasaydın neler yapardınız?” yanıtını almıştım. Sahi bugün Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhur İttifakı’nın üyesi olmasaydı neler yapardı? 15 Temmuz 2016’yi milat sayalım diyenler var, olur sayalım. 2021’de Türk Devletler Konseyi’nin Aksakalı atanan Binalı Yıldırım, Kırım’ı işgal eden Rusya ve Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine etmedik zulüm bırakmayan Çin için bu teşkilatın doğal üyesidirler demişti, 6 Ocak’ta Putin önce Kazakistan’ı karıştırdı ardından 20 Şubat’ta Ukrayna Savaşı’nı başlattı. Bu arada teşkilatın bir diğer üyesi Kazakistan Kıbrıs Rum Kesimi’ne büyükelçi atadı. Son Başbakan Yıldırım esprileriyle meşhurdur son esprisini de geçenlerde yaptı ve anayasadaki Türklük tanımını, ilk 4 maddeyi tartışmaya açalım dedi. Yeni miladımızı Binali Yıldırım’ın açıklamalarına göre belirleyeceğiz sanırım çünkü Türkiye’nin gündemi başka. Bu aralar YÖK’ten diploma açıklaması beklemekle meşgulüz, bu ara biraz kapalıyız sanırım.

Türkler balık hafızalıdır, derler. Buna hem katılmak hem de katılmamak için yeterli argümanlar mevcut, aslında bu daha çok neyi hatırlatmak neyi unutturmak istediğinizle ilgili. Mesela biz yine o büyülü kelimelerle süslenen barış ya da demokrasi sürecinin daha 10 sene önce milletimize nelere mal olduğunu unutuyoruz ama en az yarım asır öncesindeki tüp kuyruklarını, koalisyon hükûmetlerinin zam açıklamalarını unuttuğumuz pek söylenemez. Bugün Gezi Olaylarının ülke ekonomisine kaça patladığını kuruşu kuruşuna hesaplayanlarımız var ama Fırat Çakıroğlu’nun katledilişi bile akıllardan çıkmış gibi çoğu kez. “Tabuta sığmayanlar” öylece ortada bırakılmış da devekuşu gibi birileri kafasını kuma gömünce kimse onları görmeyecek zannediyor. Sur’da, Cizre’de ve Nusaybin’de gerçekleştirilen Hendek Operasyonlarında ülkenin bir yarısının neredeyse elden çıkacağını, camilerin silah deposu haline getirildiğini, asfalta döşenen mayınları ve kaybedilen 793 vatan evladını bize hatırlatan var mı? Ya da 2015’te Öcalan’ın yine bir silah bırakma çağrısını ilan eden Sırrı Süreyya Önder’i ve yanındaki Yalçın Akdoğan’ı, Efkan Ala’yı? Hayır. Bize hatırlatılan Süleyman Demirel’in, “Zammı kucağımda buldum.” sözü veyahut Bülent Ecevit’in, “Kömüre, gaza, mazota zam…” diye devam eden ahvali. Ölüler cevap veremiyor nasılsa. Hem onların idare ettikleri veresiye defteri, şimdikilerin idare ettiğiyse koca bir devlet, “aklı” bile var. Aldatılıyorken yok, ülkenin bütün ekonomi bilimcileri şu merkez bankasının yakasını rahat bırakın derken yok, 15 Temmuz’da vatandaş devleti sokaklardan toplarken yok ama iş PKK’yla, Devlet Bahçeli’nin deyimiyle “kurucu önder“ Öcalan’a mektup okuturken var. Yani nasıl bir şey o devlet aklı ki milletin aklıyla oynamayı kendine vazife edinebiliyor? Yani madem devletin bir aklı var anayasaya, demokrasiye, sandığa, siyasete ne gerek var? Öyle ya, devletin aklı varsa vatandaşın ortaya bir irade ortaya koymasına gerek yok. Bu, 117 yıllık demokrasi deneyimine rağmen millete devlet ile hükûmeti ayırt etmesini öğretemeyen sivil topluma, muhalefet partilerine, eğitim kurumlarına çok bile. Vatandaş yerine maraba arayanlar her yerden kolayca bir “akıl” icat edebilecek ve buna herkesi ikna edebilecekse zarfın mühürlü ya da mühürsüz olması asıl kabahatlerin yanında devede kulak kalır.

Meseleyi neredeyse bütün Türk milliyetçilerinin bildiği bir hadiseyi Mehmet Niyazi Özdemir’in “Türk Devlet Felsefesi” adlı eserinde yer alan haliyle bitirmek istiyorum.

“Gök-Türklerin ünlü hükümdarı Bilge Kağan, Türk illerindeki şehirlerin Çin ülkelerindeki gibi surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm’in yurtta yayılmasının teşvik edilmesi için kurultay toplamıştı. Ayguçı (devlet müşaviri) Tonyukuk, “Çinliler gibi şehirlerimizin etrafını çevirip iyice yerleşirsek, nüfusumuz onlardan çok az olduğundan onlara karşı varlığımızı koruyamayız; varlığımızı hareketliliğimize borçluyuz; Budizm ve Taoizm bize uyuşukluk getirecektir.” Sözleriyle karşı çıkmış, Bilge Kağan’ın teklifi kurultayda reddedilmiştir.”

Neyse ki Bilge Kağan kurultayı kendi aklının “devlet aklı” olduğuna ikna etmeye kalkmamış da ecdadımız Çin içinde yok olmak yerine Anadolu’ya kadar gelebilmiş.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz