Atatürk
Atatürk

Ömer Seyfettin ve Yeni Lisan Hareketi

YENİ LİSAN’A GİDEN SÜREÇ

Türk edebiyatı, milat öncesi devirlerden bu zamana kadar gelmesi hasebiyle tarihsel olarak çok geniş bir zaman dilimine yayılmış halde karşımıza çıkmaktadır. Bu yayılım neticesinde edebiyatımızı yekpare bir şekilde inceleme imkânı da oldukça azalmıştır. Tarih içerisinde birçok diyarı yurt edinen, birçok milletle sosyal, dinî ve kültürel ilişkiler içerisine giren Türk milleti; edebî ve sanatsal açıdan da bu etkileşimlere girmiş ve bunun neticesi olarak uzun bir tarihî süreci bulunan edebiyatımız, belli başlı dönemlere ayrılarak incelenmek durumunda kalmıştır.

Türk edebiyatının yakın dönemde en önemli dönüm noktası, 1840’lı yıllardan itibaren başlayan batılılaşma hareketleri çerçevesinde vuku bulan Tanzimat Dönemi’dir. Bu dönemin kültürel, siyasi, içtimâî ve edebî anlamda batılılaşma ve yenilik hareketleri sonucunda devlet, millet ve edebiyat büyük değişimler ve gelişmeler yaşamıştır. Edebiyat sahasında başlayan gelişmelerin başında, dil ve şiirin muhtevâsı konusunun nasıl olacağı yer almaktadır.

Tanzimat Dönemi sanatçılarından, özellikle 1839-1876 yılları arasında eser veren, İbrahim Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi değerli isimler, dilin sadeleştirilmesinin önemine vurgu yapmış ve şiirin konusunun sosyal ve siyasî meseleler olabileceğinin ilk örneklerini gözler önüne sermişlerdi. Şinasi’nin Batı edebiyatı ürünleri olan gazete, makale, modern tiyatro, eleştiri gibi edebî türleri bizimle tanıştırması; Namık Kemal’in Divan Edebiyatı nazım şekillerini kullanmasına rağmen konu olarak vatan, millet, hürriyet vb. kavramlara yönelmesi; Ziya Paşa’nın modern anlamda siyasi hicvin ilk örneklerini veren şiirler yazması, o döneme kadar süregelen hâkim sanat, şiir ve dil anlayışına vurulan ilk darbeler olması sebebiyle önemlidir. Tüm bunlara rağmen dil konusunda bu güzide şahsiyetler istedikleri ölçüde bir etki yaratmaktan oldukça uzak kalmışlardır. Belki de omuzlarına yüklenmiş yedi yüz yıllık tarih içerisinde gelişmiş olan dil anlayışını bir anda üstlerinden atabilecek cesaretleri ve yahut birikimleri olmayışı onları hedeflerinden uzak bırakmıştı. Ancak yeni açılacak bir dönemin ilk temsilcileri ve kıvılcımı yakan öncüleri olmaları, onların edebiyat dünyamızda daima unutulmayacak bir yerde tutulmalarını sağlayacaktır.

Tanzimat ile başlayan bu süreçte eski edebiyattan kopma, edebiyatımıza Batı edebiyatı tarzını yerleştirme ve yeni, özgün bir şiir ve edebiyat dili oluşturma yönelişi 1911 yılında Yeni Lisan makalesi ile netice bulacaktır. Tanzimat sonrasında ortaya çıkan edebi hareketler Milli Edebiyat dönemine kadar eskiden her yönüyle kopamamış, kendine özgü bir dil oluşturamamış ve günü kurtarmaya yönelik kısa süreli hareketler olmaktan ileri gidememiştir. En nihayetinde Yeni Lisan başlıklı makaleler serisi Divan edebiyatının tarihe karışma sürecini tamamen sonlandırdığı gibi Milli Edebiyat döneminin başlangıcı olmuştur.

ÖMER SEYFETTİN VE GENÇ KALEMLER

Babası Ömer Şevki Bey’in görevi nedeniyle 1884 yılında Gönen’de dünyaya gelen Ömer Seyfettin, aileden de gelen askerliğin etkisiyle, ilk öğreniminin ardından Edirne Askeri İdadisi’ne girmiş ve son yılında sınıfıyla beraber erken mezun edilerek Makedonya’daki isyan hareketlerinin bastırılmasında görevlendirilmiştir. 1909’dan sonra iki yıl süreyle Balkanlarda çeşitli yerleşim yerlerinde askerî görevlerde bulunan Ömer Seyfettin; sonraları “Türk modern hikayeciliğinin kurucusu” olarak adlandırılmasına vesile olacak hikayelerinin konularını bu görevleri sırasında yaşadığı olaylardan da alacaktır.

Selanik’e tayin edildikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile yakın ilişkilere giren Ömer Seyfettin, 31 Mart Vakası sebebiyle teşkil edilen Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelenler arasına girecektir. Bu gelişinde Ziya Gökalp’in etkisi ve asker-siyaset ilişkilerindeki iç içelikten duyduğu rahatsızlıktan ötürü mesleğinden istifa ederek Selanik’e yerleşmiştir. Ziya Gökalp ile birlikte Selanik’teki Genç Kalemler dergisinde yazılar yazmaya başlamıştır.

Genç Kalemler, II. Meşrutiyet sonrasında sistemli bir şekilde ortaya çıkan Türkçülük ideolojisinin yayın organıdır. İttihat ve Terakki’nin merkez-i umûmi kâtibi olan Nesimi Sarım aynı zamanda Genç Kalemler’in başyazarı olup mecmûâ partiden maddî ve mânevî destek görmekteyse de parti derginin yayın ilkesine müdahale etmeme taahhüdünde bulunmuştur.

Genç Kalemler’e gelinceye kadar Türk dilinin sadeleştirilmesi yönünde bazı teşebbüsler olmuşsa da bunların çoğu sözde kalmıştır. Genç Kalemler’in II. cildiyle başlatılan Yeni Lisan hareketi Türkçe’nin sadeleştirilmesine yönelik sistemli ilk harekettir. Hareketin adı “Yeni Lisan” olmakla beraber bütün gayretler sadece dil üzerinde yoğunlaşmamaktaydı. Millî bir edebiyat oluşturmak için millî bir dil politikası geliştirilmesi düşüncesiyle yola çıkan yazarlar, dilin edebiyattan, edebiyatın da dilden ayrı düşünülemeyeceğinin bilincindeydiler. Dergide “Yeni Lisan” adıyla ilk makaleyi, imza yerine bir soru işaretiyle yazan Ömer Seyfettin bu yazıdan bir yıl kadar önce Ali Canip’e gönderdiği bir mektupta, “Geliniz Canip Bey edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücûda getirelim” diye çağrıda bulunmuştur.

YENİ LİSAN MAKALESİ, MİLLİ EDEBİYAT HAREKETİ VE MİLLİ EDEBİYATÇILAR

Ömer Seyfettin’in kaleme aldığı Yeni Lisan makalesinin ilk kısmında “Eski Lisan” başlığı altında o döneme kadar oluşmuş hâkim dil anlayışının kısa bir tarihi ve eski lisanın muhtevâsında nelerin olduğu irdelenmektedir. Bu başlıkta, Türk milletinin Asya’dan Batı’ya doğru yaptığı göç hareketlerinin ve yerleşmiş olduğu coğrafyanın etkisi ile Arap ve Fars edebiyatlarının ve dilinin milletimiz üzerinde oluşturduğu etkiden söz edilmektedir. Buna göre, dil ve kelime hazinesi bağlamında, Ömer Seyfettin bu dillerin etkisinde bir zarar görmemekle birlikte; Arapça ve Farsça terkibat ve gramerinin de dilimize etki etmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Çünkü, oluşan bu durumun Türkçe’nin gramer ve dil özelliklerine uymadığını, dilimize uysa da uymasa da fark etmeksizin yapılan bu etkileşimlerin dilimizi bozduğunu savunmaktadır. Hatta oluşan durum, Ömer Seyfettin’e göre tabiat kanunlarına bile aykırı bir hâldir. Bu hâle rağmen Türkçe fiillerin halen yaşamakta ve Fars terkibine girmemekte olduğunu söyleyerek, bu durumun gelecekte oluşturulacak yeni dil anlayışına ulaşmak açısından kendilerine ümit zerk ettiğini belirtir.

Yeni Lisan makalesinin ilk başlığında ele alınan eski dil eleştirisinden sonra Ömer Seyfettin ikinci başlığı “edebiyatımız”a ayırmış ve o döneme kadar var olan edebiyat ve sanat anlayışı ile Türk edebiyatının geçmişten o güne gelene kadar geçirdiği dönemleri ele almıştır.

Edebiyat araştırmacıları ve tarihçilerinin ortaya koyduğu birçok tasnif olmasına rağmen Ömer Seyfettine’e göre edebiyatımız, yine dilimiz de olduğu gibi, tabiat kurallarına ve gerçekliğe aykırı olmakla birlikte sadece iki devreden müteşekkil olarak karşımıza çıkmaktadır:

I.Devre : Şark’a Doğru – İran

II.Devre : Garb’a Doğru – Fransa

Bu iki devrenin ortak noktalarının çokluğundan bahseden Ömer Seyfettin, eski edebiyattaki Fars edebiyatı etkisi ile kendi dönemlerindeki Batı –özellikle Fransız- edebiyatı etkisini bir tutmaktadır. Eski edebiyatçıların Türkçe divanları yanında sırf sanatkârlıkları göstermek adına Farsî divan da yazdığını belirten Ömer Seyfettin, böylelikle kendi dilimizin Farsça karşısında kendi şairlerimiz eliyle aşağılandığını söylemekten geri durmamıştır. Hatta divan şairlerinin Türkçe yazdığı divanların bile “sözde” olduğu iddiasında bulunarak onların dahi Fars tesirinde yazılmış şiirler olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Kendi dönemindeki sanatçılarla eski edebiyatçıları bir tutmasının sebebi ise Fransız edebiyatından etkilenerek piyes ve manzume yazanların da eski çağlardakiler gibi bunu sanatlarında üst mertebe olarak göstermek istemesi ve Türkçeyi sanatlı bir dil olarak görmemeleridir. Ömer Seyfettin; Türk milletine hakan, padişah, hükümdar olmuş insanların arasından bile Farsça yazanların daha üstün tutulmasını, Farsça divan yazan devlet görevlilerin mühim bir iş yapmış gibi gösterilmesini ve millî bir edebiyatın bu sebeplere bağlı olarak oluşturulmayışını da bu bölümde tenkit etmekten geri durmamıştır.

Makalenin millÎ edebiyatımıza değinilen kısmında ise Ömer Seyfettin, divan şairlerinin örnek aldıkları Arap şairleriyle aynı durumda olmamalarına rağmen aşık-maşuk ikilemine girmelerinin yanlışlığından bahsetmiştir. Ömer Seyfettin’e göre, Türk şairleri ile Arap şairlerini ayıran ve farklı durumda olmalarına zemin teşkil eden husus, Arapların bedeviliklerinden ileri gelen kadın—erkek ilişkilerinin, Osmanlı toplumu ve Türk milletinden daha serbest olmasıdır. Bu bağlamda Araplar, âşık oldukları kadınlarla münasebet kurma hususunda Türk milletinden daha açıktır. Bizde ise bir kadının yüzünün görülmesinin imkansızlığı çok yüksek derecededir. Bu durum bizim şairlerimizde hayali karakterler, hayali aşklar, kafa bulandıran sevdalar hasıla getirmiş ve bununla bağlantılı olarak dil üzerinden yapılan hayali tasvirler dili daha da çıkmaza sürüklemiştir. Kadın-erkek, aşık-maşuk, şarap-kadeh mazmunları içerisinde hakiki aşktan mahrum kalan şairler, hakikatin o sadeliğine de doğal olarak erişememiş ve hayalin sersemliği içinde ne dili muhafaza etme yönünde bir irade koyabilme bilincine erişmiş ne de milli bir edebiyat oluşturacak irfana sahip olabilmişlerdir.

Tüm bu eski edebiyat eleştirilerinden sonra kendi dönemindeki edebi anlayışa, dile ve dönem sanatçılarına da değinen Ömer Seyfettin ikinci devre olarak gördüğü “Garb’a gidenler”e de eleştiri getirmekten geri kalmamıştır. Muallim Naci’nin vefatı ile eski edebiyatı müdafaa edecek kimsenin kalmadığını söylerken, boşluğu dolduranların önce Abdülhamid istibdâtı sebebiyle ciddiyet ve siyasetten bahsetmeyen Servet-i Fünûn şairleri olduğunu dile getirmiştir. Tevfik Fikret ve Cenab Şehabettin ona göre sanatlı söyleyiş açısından güzel ve güzide olmakla birlikte milliyetimize, hissiyatımıza, fikriyatımıza muhalif eserler ortaya koymuşlardır. Tevfik Fikret ve Cenab Şehabettin’e yaptığı bu küçük takdiri, Halit Ziya başta olmak üzere, nesirle iştigal edenlere yapmayan Ömer Seyfettin, Fransız romanlarının tamamen nakille edebiyatımıza sokulduğunu, hatta açıkça “hırsızlık” yapıldığını da söylemekten çekinmemiştir. Ayrıca eski dil ve edebiyat anlayışına karşı çıkmalarına rağmen Ömer Seyfettin’e göre onlarla Servet-i Fünûncular arasında fark bulunmamaktadır. Hatta divan edebiyatı şairlerinden bile daha anlamsız ve içeriği boş şiirler meydana getirmişler, konuşma dili ile edebiyat dilinin arasındaki makası daha da açmışlar ve bunun sonucu olarak halka dokunmayan, ülke ve millet sorunlarından bahsetmeyen kimsenin okumadığı bir “salon edebiyatı” vücûda getirmişlerdir.

Ömer Seyfettin, “bugünküler” diye bahsettiği Fecr-i Âtî edebiyatı için “Servet-i Fünûn kümesinin mahiyetini nispeten anlamış ancak yenilik getirmek yerine eskileri sayfa sayfa tekrar etmişlerdir” diyecektir. Fakat Fecr-i Âtîcileri herkesten ayrı bir yere koyarak gelecek için ümitlenmesine sebep olanların bu hareket içerisinde bulunduğunu söylemiştir. İlerde oluşacak olan “milli dil, milli edebiyat ve milli his” bu gençlerin toylukları geçtiğinde, bu gençlik hayalleri başlarından uçup olgunlaştıklarında yine onlar tarafından oluşturulacaktır. Ömer Seyfettin bu tespitinde büyük ölçüde haklı çıkmıştır denilebilir. Fecr-i Âtî hareketi içerisinde beyannâmelerine bağlı kalarak görece eski dil anlayışını sürdüren tek şair Ahmet Haşim olmuştur. Topluluk içerisinde bulunan genç yazar ve şairlerin çoğu daha sonraları sanat anlayışlarını değiştirecek, sade ve düzgün bir Türkçe ile eserler kaleme alarak Milli Edebiyat döneminin önemli sanatçılarından olacaklardır.

Tüm bu eleştiri ve tespitlerin ardından Ömer Seyfettin gâyelerinin ve yapılacakların listesini madde madde makalesinde işlemiştir. Maddelere geçmeden önce “milli edebiyat ve milli lisan”ın neden gerektiği konusuna değinmiş ve şunları ortaya koymuştur:

  • Ömer Seyfettin’e göre eski lisan ve edebiyat bir hastalıktan ibarettir. Bu hastalık ise Türk diline ait olmayan Arapça ve Farsça terkibler, tamlamalar ve gramer kurallarıdır.
  • Bu terkip ve tamlamalar terkedilmediği takdirde lisanımız ve edebiyatımız saf ve milli olamaz.
  • Eski dil ve edebiyat anlayışı içerisinde kalınırsa basılan kitaplar halk tarafından anlaşılmaz ve satılmaz. Bu da millette hasıl olacak olan milli duygu ve benliğin önünde engel teşkil eder. Aynı zamanda Ömer Seyfettin’in ve diğer Milli Edebiyatçıların hayal ettiği ve kurmayı amaçladıkları toplumdaki kültürel, edebi ve entelektüel seviye hiçbir zaman idame edilemez.

Bu “hastalık” tespiti ve neden olacağı menfi neticeleri sıraladıktan sonra Ömer Seyfettin Yeni Lisan makalesinde eski lisan ve edebiyatın nasıl tasfiye edileceğine değinmiştir. Tasfiyeye başlamanın zahmetli bir iş değil fedakarlıklarla başarılabilecek bir iş olduğuyla konuya girmiş ve yabancı terkiblerin zaruri olmadığına değinerek düşüncesini tutarlılık çerçevesine oturtmak istemiştir. Ona göre eski lisanda sekiz yüz yıldır var olan ve tarihsel süreçte git gide artarak dilimize giren bu terkibler yalnızca süs için vardır. Yani eski şairlerin sanatlı söyleyiş hevesinden meydana gelmiş hayali bir dilin ürünleridir. Şimdiye kadar ortaya çıkan ürünleri “yıldızlı mukavvadan ortaya çıkmış heykellere” benzetmiş ve bunların kalıcılığının olmadığına atıf yaparak “Yazılarımız sade, beyaz, muhteşem, kavi, ebediyete namzet, mermerden abideler olsun!” demiştir. Bu sözüyle sanatın da yapılış amacına bir nebze olsun değinmiş ve o döneme kadar gelen anlayışın süsten ibaret olduğunu gaye edindikleri sanatın fikre ve hisse önem verdiğinden dem vurmuştur.

Ömer Seyfettin tüm bunları yaparken hiçbir zaman dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimelere tenkit getirmemiş, o kelimelerin imlalarını muhafaza etmekle beraber ihtiyaçlar neticesinde dilimize girdiğini ve tarihsel süreç içerisinde “Türk” olduklarını savunmuştur. İhtiyaç haricinde Türkçemize giren kelimelerin ise yukarıda zikrettiğimiz “sanatlı söyleyiş, gösteriş ve süs” hastalığından ötürü lisan içerisinde bulunduğunu söylemiştir. Ona göre Arapça ve Farsça terkipler, edatlar kullanılmadığında ve saydığı hastalıklar defedilmeye başlandığında bu sözcükler de kendiliğinden dil içerisinde eriyip gidecektir.

Ömer Seyfettin süs için alınan bu kelimelerin kendiliğinden gitmeleri sonucunda ortaya çıkacak lisanın süssüz ve sanatkarane tavırdan uzak bir lisan olacağını asla söylemez. Bilakis ona göre gereksiz kelimeler atıldığında ortaya çıkan duru, sade, basit lisan gerçek manada en mükemmel ve “beyaz mermerden asil bir heykel” gibi meydana gelmiş bir sanat eseri olacaktır. Bu lisanı ve edebiyatı ortaya çıkaracak olanlardan da bahseden Ömer Seyfettin bu kişilerin asla ihtiyar, eskiden kopmak istese de kopamayan ve statik insanlardan müteşekkil bir topluluğun yapamayacağından da bahseder. Dinamik, yeniliklere açık, milli vicdan ve benlik sahibi gençler kendi eliyle bunu başaracaklardır. Bu “gençlik ve ihtiyarlık” mukayesesini makalenin sonuna kadar götüren Ömer Seyfettin bu mukayese ile devlet kademesinde bu konuyla ilgilenen kişilerin hem yaş olarak hem de zihniyet olarak “eskinin insanı” olduğunu savunmaktadır. Onun tüm ümidi gençlikte ve sivil edebiyat dünyasındadır. Bu kapsam da Edebiyat-ı Cedide içerisinde yer almış ve daha sonraları Tanin gazetesi başyazarı olmuş Hüseyin Cahit’e de lafını esirgememiştir. Ondan bahsederken ümitsiz, karamsar manasına gelen “me’yus” tabirini kullanarak atılacak adımlar neticesinde oluşturulan milli lisanı gördüğünde Cahit’in “Bizim lisanımızı, dünkülerin lisanını telaffuz ediyorsunuz ve etmeye devam edeceksiniz” sözünü söylemeye cesaret edemeyeceğinden bahsetmiştir. Çünkü Ömer Seyfettin Edebiyat-ı Cedîde nesli gibi karamsar ve yeise kapılmış bir insan değil inandığı ideallerin mutlaka gerçekleşeceğine iman etmiş ve bunu başaracak olan Türk gençlerine itimattan geri durmamıştır. Nitekim atılacak adımları ve gayeye ulaşmada geçirilecek evreleri anlatırken bunun kati surette gerçekleşeceğini ve eski başarısız girişimlerden olmayacağını inanarak anlatmıştır. Bu inancının neticesinde Yeni Lisan makalesinin sonucunda hatipliğini kullanarak gençlere çektiği nutukta şunları söyleyecektir:

Ey Gençler

Ey gençler! Ey bugün eski devirden kalma mekteplerin dar dershanelerindeki kuru sırlar üzerinde müstakbeli kazanmak için çalışan gençler, sizi bekleyen vazifeler pek ağırdır. Siz, bütün dünyaca siyasî ve içtimaî mevcudiyeti silinmek istenilen bir milleti kurtaracaksınız. Evet, bütün dünyaca. Avrupalıların hilâl ve salip nâmına yaptıkları haksızlıkları şüphesiz biliyorsunuz… Unutmayınız ki etrafımızdaki Bulgar, Sırp, Karadağ, Yunan hükümetleri ihtizar dakikalarımızı beklediklerini saklamıyorlar. Rumların, Bulgarların, Sırpların Osmanlılık vatanındaki mektepleri meydanda… Oralarda şiddetli bir Türk düşmanlığı tâlim olunuyor ve bunu bütün dünya biliyor, gazeteler yazıyor. O halde korkmayınız, sizin bilmenizde bir beis yoktur. Mehmed Ali’nin çocukları bir vakit Mısır’da ‘’Türkçe’’nin tekellümünü nasıl menedip Türklüğü oradan tard eyledilerse bugün Suriye’de de lisanımıza karşı buna benzer bir istiğna görüyor, oralarda ‘’İstiklâl Fırkası’’ namıyla bir Arap cemiyeti olduğunu, hatta cemiyetin reisinin Avrupa gazetelerine muhbirlik ettiğini anlıyoruz. Arnavutların bir kısmı tarihteki kardeşliğimizi unutarak millî bir lisan, millî bir edebiyat ihdasına çalışıyor ve fetvalara İslâmiyet kaidelerinin esaslarına rağmen Hıristiyan harflerini, Latin harflerini kabul tamim için ceht ve gayrette bulunuyorlar. Siyonizm’in bile miskin irticaî emelleri bizim zararımıza müteallik gibi duruyor. Harici düşmanlarımızın kırmızı pençeleri, bu pençelerin zehirli tırnakları içimizde, kalbimizin üzerinde kımıldıyor. Ey gençler, bunları siz duymuyor musunuz? Yirminci asırdaki vasi ve müthiş ‘’ehli salip teşkilâtı’’ silahsız ve medenî hücumlarını zavallı yetim hilâle, bizim üzerimize, Osmanlı Türklüğüne tevcih ediyor. Beş yüz, altı yüz sene evvelki mağlubiyetlerin intikam heyecanları bugün kabarıyor ve siz ey gençler, hâlâ uyuyor musunuz? Uyanınız, galebe için düşmanlarımızı tanımak lâzımdır ve biliniz ki bu asırda muharebeyi ordular yaparsa da muzafferiyeti asla kazanamaz. Muzafferiyet intizam ve terakkinindir… İşkodra’dan Bağdat’a kadar bu kıtayı bu Osmanlı memleketini işgal eden Turanî ailesi, Türkler ancak kuvvetli ve ciddi bir terakki ile hâkimiyetlerinin mevcudiyetlerini muhafaza edebilirler. Terakki ise ilmin, fennin, edebiyatın hepimizin arasında intişarına vabestedir. Ve bunları neşr için evvelâ lazım olan millî ve umumî bir lisandır. Millî ve tabiî bir lisan olmazsa ilim, fen, edebiyat gene bugünkü gibi bir muamma hâlinde kalacaktır. Asrımız terakki asrı, mücadele ve rekabet asrıdır. Biz bir köşeye çekilir Nedim’in parlak fakat tabiata muhalif terkiplerini terennüm edersek mezarımızı kendi elimizle kazmış oluruz. Ancak zevk ve şehvet, riya ve temellük mevzularına lâyık olan o süslü lisanı, beş asırlık bir mantıksızlığın, bir tuhaflığın doğurduğu dünkülerin lisanını terk edelim. Esaslarıyla kaideleriyle yaşayacak olan Türkçemizi yazalım. Eski ve dünkü edebiyatımızın mahiyetini işte deminden hülâsa ettik. Acemistan ve Fransa’dan çalınmış şeyler… Onlara katiyen ehemmiyet vermeyiniz ve biliniz ki, edebiyatımız hakikatte bizim tarihimiz ve milliyetimiz için bir şan değil, bir şeyndir.

Evet, ey gençler! Hepimiz yeni lisanı ihyâ ve icada çalışınız, zekânızı maharetinizi, dünküleri körü körüne taklîde değil, yeni lisanı vaz’ ve tesîse sarf ediniz. Yazdığınızı herkes anlarsa, severse kitaplarınız çok satılacak, sengin olacak, sa’yınızın mükâfatını göreceksiniz., dünküleri taklit etmekte devam ederseniz, bir gün nihayet onlar gibi mey’us olarak yazı yazmağa tövbe edecek ‘’otuz milyonun lisanı’’ diye telif ettiğiniz kitabın beş yüz tane satılmadığını, kâğıt parasını çıkarmadığını görecek müteessir olacaksınız. Siz muhafazakârlık ettikçe, yani mâziye muhip ve sâdık kaldıkça kaybolacak olan şahsi menfaatleriniz yanında âlî, muhterem, büyük bir menfaat, milli menfaat da kaybolacaktır. Bunun için mes’ulsünüz. Eskiler ve dünküler idraklerinde mahdut ve masumdurlar. Sathî ve behimî düşünürlerdi, onların gâyesi ‘’hâl ve mâzi’’ idi, sizin gâyeniz istikbâl, istikbâl, istikbâldir. Sizden sonra gelecek olan nesil, idrâkinize rağmen muhafazakâr ve mâziye muhip kaldığınızı görürse size ebedi lânetler edecektir…

SONUÇ

Yeni Lisan makalesi Ömer Seyfettin’in inandığı ve iddia ettiği gibi eski başarısız edebi toplulukların girişimlerine asla benzememiştir. 1911 Nisan ayında Yeni Lisan başlığı altında çıkmaya başlayan bu yazı serisi hem edebiyat dünyasında hem siyasi alanda hem de sosyal ve kültürel alanda yaşanan değişimlerin ilk kıvılcımı olmuştur. Ömer Seyfettin’in başlattığı bu hareket neticesinde eski edebiyat anlayışı içerisinde zikredilen Arapça ve Farsça terkibler, aruz vezni ve hayali söyleyişler sadece bunları ustalıkla anlatabilen Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi büyük yazarların elinde devam etmiş, hatta onlar da edebî olarak Yeni Lisan hareketi içerisinde olmasalar bile fikrî manada millîci bir çizgide devam etmişlerdir.

Ömer Seyfettin’in düşünceleri Balkan Harbi’nden beri aralıksız savaşlarla yıpranan bir milleti ayağa kaldırmak, onlarda millî his ve millî düşünceyi daim kılmak adına çok önemli olmuştur. Sadeleşen dil ve edebi eserler halka ulaşmada aydınlara kolaylık sağlamıştır. Milletin ve vatanın içinde bulunduğu durumu görmezden gelmeyerek anlatmaya başlayan genç şair ve yazarlar yeni bir içtimai topluluk ve halk fikriyatı yaratmada öncü roller oynamışlardır. Sadece Yeni Lisan makalesi ile değil “Türk modern hikayeciliğinin kurucusu” namzedine nail olmasına olanak sağlayan hikayeleri ile Ömer Seyfettin o dönem toplumun sesi olmayı başarmış ve onların yalnız olmadığını, güç ve kudretin yalnız milletin omuzlarında olduğunu herkese göstermiştir. Genç Kalemler etrafında başlayan bu hareket içinde bulunan şairler, edipler ve yazarlar Millî Mücadele döneminde gerek fikirleriyle gerekse bedenleriyle katkı sunarak yeni kurulacak devletin ana çimentosu olmuşlardır. Ziya Gökalp’in sistemleştirdiği Türk Milliyetçiliği düşüncesi Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturmuş; Genç Kalemler’de Yeni Lisan makalesi ile atılan kıvılcım yeni cumhuriyetin dil ve tarih üzerinde yaptığı çalışmalar ve inkılaplar ile meyvesini vermiştir.

KAYNAKÇA

Aktaş, Şerif. “Millî Edebiyat Dönemi (1911-1923).” Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 2006, III, 187-272.

Çelik, Hüseyin. Genç Kalemler Mecmûâsı Üzerinde Bir Araştırma, Van 1995.

Ömer Seyfettin, Genç Kalemler, I-IV, Selanik 1910-12.

Polat, Nâzım Hikmet. “Ömer Seyfettin,” TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2007, c. 34, s. 80-82

Bu başlığa baktınız mı? Ömer Seyfettin ve Mehmet Akif Dosyası Bir Asır Sonra Açıldı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz