Yazmak, insan için konuşmak kadar etkili bir ifade yoludur. Dünya nüfusunu düşündüğümüzde, azımsanmayacak kadar büyük bir bölümü düşüncelerini ve duygularını konuşarak ifade etmekte zorlanmaktadır. Ya bu yolu hiç kullanamamıştır ya da kullandığı halde tam başarıya ulaşamamıştır. Bu andan itibaren kendini ifade etme mecburiyeti ile edememe kaosu arasında çetin bir mücadele başlar. Mücadele süresi ne kadar uzarsa, insan o kadar hasar alır ve erimeye yüz tutar. Eriyen insanın kendini ifade etme zorunluluğu da ya şekil değiştirir ya da körelir. Kendini ifade etmeyen/edemeyen insanların, tıpkı bir tarafından bastırılan bir objenin başka bir tarafından bir çıkıntının pörtlemesi gibi farklı şekiller almaya başlar ve toplumdaki rolü değişir. En masumu içine kapanık ağzı var dili yok sözündeki pasif insana dönerken, en zararlısı da çeşitli sapkınlık çizgisine kayabilir. Doğal bir dürtü olan cinselliği bile doğru yollarla ifade edemeyen insanın, sapıklık çizgisine kayması bahse uç bir örnek teşkil edebilir. Verilen tüm örnekler ve yapılan bütün açıklamalar yazının başında belirtilen “mücadelenin” kaybı yani alınan mağlubiyet sonucunda yaşanabilecekleri açıklamak içindir.
İnsan, duygu ve düşüncelerini bir şekilde ifade etmek mecburiyetindedir. Konuşmak yoluyla bunu başaramayanlar ise farklı yolların arayışına girer ve bunun neticesinde ulaşılan yollardan belki de en etkilisi “yazmak” tır. Dünya nüfusunu yine düşündüğümüzde, yazmak yolunu tercih edenlerin sayısı da oldukça fazladır. Yazmak tercihinde bulunanlar da kendi içlerinde 3’e ayrılmaktadır:
- Sadece kendine yazanlar (içe kapanık insanların daha çok tercih ettiği yol olabilir, günlük vb.)
- Yazdıklarını sadece en yakınındaki birkaç kişiye okutabilenler…
- Yazdıklarını genele yani herkese açanlar…
Yazmak tercihinde bulunan bir kişinin birinci maddedeki yol ayrımı daima istenilen sonuca ulaşamayabilir. Kişi, duygularını ve düşüncelerini uzun zaman günlük vb. sadece kendisinin erişebileceği bir yazma yolunu tercih etse bile bir süre sonra tatmin olamama durumu yine baş gösterebilir. Bir başka ifadeyle göstermeyenlerin oranı daha az diyebiliriz. İkinci seçeneğe gelirsek; bu yolu kullanan kişiler ilk yolu kullananlara göre belki bir nebze daha iç ferahlığı hissedebilir, tatmin olabilir. Yazdıklarını sadece okuması gereken insanların okuması, dışarıdan bakınca yüzde yüz başarı anlamına geliyor fakat alınan haz ve tatmin seviyesini işin içine aldığımızda üçüncü yolun kişiyi ikinci yoldan daha farklı bir noktaya çektiği görülebilir.
Üçüncü yolu düşündüğümüzde, birinci ve ikincinin yanlış veya yetersiz bir yol olduğu düşünülmemelidir. Konuşarak kendini ifade edemeyen bireylerin yazarak ifade etmesi başlı başına bir galibiyettir. Çünkü öyle veya böyle artık kendini ifade edebilmiştir. Önemli olan da budur. Fakat yazmak eyleminin çok derin anlamları vardır. Bu derinliğin içerisinde insanlığın tahmin bile edemeyeceği miktarda haz ve tatmin bulunmaktadır. Hep daha ileri, hep daha derine gidilebilen uçsuz, sınırsız bir dünyanın içinde yapılan yolculuğun düşüncesi bile insanı mest etmeye yeter. Bu vesileyle üçüncü yol tercihine gelelim.
“Yazdıklarını genele yani herkese açanlar…”
Bu yolu tercih edenlerin başında şüphesiz ki yazarlar gelir. Yazar, dergi veya benzer mecralarda duygu ve düşüncelerini ifade edenleri de, aynı amaçla kitap yazanları da kapsayan bir kavramdır. (Meslek demenin tek başına yeterli olmayacağını düşünerek bu ifadeyi kullandım) Yazar, kamuoyu ile etkileşime girmeyi göze alan kişidir. Özünde birikenleri genele ifade etmeye razı olur ve bunu yaparken de kimisi estetik kaygılar güder. Estetiğin ve ince işçiliğin girdiği bir metin deyince de akla şiirden sonra roman gelir. Roman, anlatılmak istenen hadisenin seçimi, hadiseye dâhil olan veya ondan etkilenen kişi profilleri, kişiler arasında kurulmuş olan diyalog köprüleri, okuyucunun bilinçaltının uyarılması gibi birçok denklemi bünyesinde barındırır. Kendini ifade etmek isteyen ve bunu yaparken de tahmin edebileceğinden daha çok kişiye ulaşabilen yazar artık başka bir algıya sahip olur, deyim yerindeyse başka bir dünyaya geçiş yapmış olur. Geçtiği bu yeni dünya ve aldığı haz ile tatminlik seviyesine erişebilir. Artık konuşarak yapamadığı kendini ifade etmeyi, yazarak yapabilmenin mutluluğunu yaşamaya başlar. Fakat bazı zamanlar bu mutluluk da yeterli gelmeyebilir. Katlanarak artması için yazarın daha çok yazması gerekmektedir.
Artık insanın kendini ifade etmek zorunluluğundan, yazarlık bahsine geçtiğimize göre yazımızın güzergâhını değiştirelim.
Yazarlığa yeni adım atmış yahut kendini geliştirmek isteyenlere tavsiye niteliğinde bir konu üzerinde durmak istiyorum. Yazma ihtiyacının, insanın varlığını çevresindekilere hissettirme veya kanıtlama isteği doğrultusunda geliştiğini söylemek mümkündür. İnsan, ben de varım, ben buradayım diyebilmenin çeşitli yollarını bulmuştur. Yazmak da bunun neticesinde gelişmiştir. Fakat yazarlık daha farklı bir durumdur. Yazarlığın başka sorumlulukları da vardır. Artık o kişinin ben buradayım demesinin başka bir halidir. Bu sebepten yazar olmak isteyen çok kişi bulunur. Hayatının veya yaşadığı bir olayın çok rahat biçimde roman konusu olabileceğini düşünen herkes, yazar olmak ister.
Peki roman yazmak bu kadar kolay bir şey midir?
Başlangıç için bu niyet doğru olabilir, en azından tetikleyici bir güç olabilir. Fakat sonrası için çok daha başka işler yapmak gerekir. İyi bir yazar olmak için evvela bir kitap kurdu olmak şarttır. İyi bir okuyucu olmadan iyi bir yazar olmak çok zordur. Özel yetenekli olanlar da bu tespite dâhildir. Sonraki aşamalarda ise iyi bir gözlem gücüne ihtiyaç vardır. Roman üzerinden devam ettirdiğimiz konuya yine romandan devam edelim. Roman yazmak için yola çıkan bir yazarın/yazar adayının mutlaka çok yönlü ve çok kuvvetli bir gözlem yeteneği olması gerekmektedir. Şahit olduğu olayı sıradan bir izleyici gibi izleme lüksü yoktur. Olayın ne olduğu, öncesi ve sonrasını, olaya karışan kişi ve kişilerin düşünce yapıları ruh halleri, kişiler arasındaki konuşmalar, olayın baş aktörü olmayıp da sonradan dâhil olan ya da uzaktan izleyenlerin yine aynı şekilde tutum ve davranışları, ruh halleri, olayın sonlanmasından sonraki süreç ve kişilerin gösterdiği son davranışların bütünlüğü gibi birçok faktörü göz önünde bulundurarak gözlemlemeli ve bunları kendi anlatacağı hikâyeye uyarlaması gerekir. Gördüğü olayın aynısını anlatmak değilse niyeti, kendi hikâyesindeki olaylara kişileri ve duyguları yansıtabilmelidir. Bu yansıtmada elbette ki her şey yerli yerinde olması gerekir. Okuyucunun zihninde yerine oturmayan hiçbir taş olmamalıdır. Okurun mantığına veya hayat görüşüne uysun uymasın, anlatılanların kendi içinde bir mantığı ve düzeni olması şarttır.
Roman yazmanın daha birçok kuralı vardır. Başka yazılarda detaylandırarak anlatmakta fayda görüyorum.
Duygu ve düşüncesinden emin olan, iyi de bir gözlem gücüne sahip olan ve aynı şekilde iyi bir okuyucu olan yazarın/yazar adayının geriye tek bir ödevi kalıyor. Anlaşılır, düzgün, temiz bir lisana sahip olması. Yazarken cümleler akıp gitmesi gerekir. Birçok yazar ve yazar adayı bu aşamada zorluk çekmektedir. Okurların da bu durumdan mustarip olduğu kesindir. Güzel bir konunun başarılı şekilde işlenmesini bekleyen okur, beklentisi karşılanmayınca konudan da rahat ve hızlı biçimde kopabilir.
İşte bu sebepten yazar ve yazar adayının kalemi hiç durmadan işlemelidir.
Yayınlanma şartı olmaksızın, yazarın veya yazar adayının eli soğumadan yakın aralıklarla bir şeyler yazması gerekmektedir. Bu durum zaruridir. Roman yazarlarının ana çalışmalarının haricinde kendi kendine, kalemini ısındırmak veya soğutmamak için öykü/hikâye yazması kesinlikle onun yararınadır. Önce doğru cümle kurmayı daha sonra kurulan cümleleri geliştirmeyi ancak bu yöntemle gerçekleştirebilir. Konu fark etmeksizin, dikkatini çeken herhangi bir şey hakkında görüşlerini yazmak oldukça faydalı bir eylemdir. Bu vesileyle görüşleri de daha kalıcı hale gelecektir. Bazen kitaplar arasında kaybolmuş bir yazar, o an aklından geçenleri not alamadığı veya üzerine bir şeyler karalayamadığı düşüncelerini sonraki süreçte hatırlamakta zorlanabilir. Bir roman okurken zihninde canlanan ve kendi hikâyesine hizmet edecek olan bir fikri, belki birkaç dakika sonra unutabilir. Notlar almalı, notları doğrultusunda minik hikâyeler oluşturmalı ve bu hikâye derhal, zaman kaybetmeden yazılmalıdır. Aynı şey düşünce yazıları için de uyarlanabilir. Taslak dediğimiz metinleri yazmaktan çekince duymamalıyız. En güzeli ve en doğrusunu bulana kadar defalarca denemekten tereddüt etmemeliyiz. Çalışma masamızın üzeri veya bilgisayarlarımızın bellekleri taslak dosyalarından dolup taşmalıdır. Çünkü kalemimizin soğumaması gerekir. Kalemimiz soğursa en başa dönebiliriz. Duygu ve düşüncelerimizi ifade etmekte zorluk çekeceğimiz yolun en başına dönmeyi sanırım hiçbirimiz istemeyiz.
Hülasa; Paul Auster’in de dediği gibi “sonsuz mürekkep ırmakları”mız akmalı, hiç durmadan akmaya devam etmeli…
Unutulmamalıdır ki; en başarılı metinler, arkasında dağlar kadar taslağı olan metinlerdir.