Geçtiğimiz haftalarda, Çin zulmünden kaçarak ülkemize sığınmış olan Uygur Türklerinin iadesi hakkında bir anlaşmanın gündeme geldiği herkesin malumudur. Bu anlaşmanın gündeme gelmesinin üzerinden çok geçmeden pek çok milliyetçi oluşum bir araya gelerek bir bildiriye imza attılar. Bu mesele üzerinden, haddimi aşarak, milliyetçi camianın benim nazarımda nasıl bir vaziyette olduğunu anlatma gayretine giriştim. Beni bu girişime iten ise Yasin İzgi’nin “Bir Bütçe Maratonu Klasiği” başlıklı yazısının sonunda sormuş olduğu soru oldu: “Dünya üzerinde en çok kamu ihalesi alan beş şirket bizim ülkemizdeyken, Soma madencilerinin aileleri hakkını alamazken, dokuz yaşındaki çocuklar işporta tezgahlarını zabıtadan kaçırmaya çalışırken, insanlar açlıktan intihar ederken “milliyetçiler(!)” ne işle meşguller acaba?”
Türk milliyetçilerinde Balkan Savaşları’ndan bu yana acı ile yoğrulan bir ümitvârlığın olduğunu düşünüyorum. Acıdan damıttıkları mücadele azmiyle az çok farklı yollar tutmuş olsalar da bir birilerine tutundular. Boraltan Köprüsü, 1944 Irkçılık-Turancılık davası, 12 Eylül, Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehadeti zincirin yeni halkalarıydı. Fakat bu olayların milliyetçi camiayı bir araya getirmeye iten olaylar olup olmadıkları hakkında doğrudan hüküm vermek güç olsa da pek çok ismin farklı dergilerden benzer tutumlar sergilemiş olmaları üzerinden yaşanan hadiselerin bir nevi tutkal görevi gördüğü yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Bugün, oldukça dağınık, parçalı, küçük sivil toplum kuruluşları ve dergi girişimleri halinde bulunan milliyetçi camianın Uygur Türkleri üzerinden birleşerek bir bildiriye imza atmış olmaları oldukça umutlandıran bir durumdur. (İade anlaşmasının gündeme gelmiş olmasının acı oluşunu bir tarafa bırakarak söylüyorum.) Umutlandıran yanı Uygur Türklerinin uğradıkları zulme karşı çıkışları değildir. Bunu zaten kendi gruplarının yayın organları vasıtasıyla veya başka yollarla yapıyorlardı. Buradaki esas nokta pek çok grubun bir araya gelerek aynı metne imza atmış olmasıdır. Tarihte buna benzer bir olay yaşanmış mıdır? Ben bilmiyorum. Dolayısıyla oldukça anlamlı ve özel bir buluşma olduğunu düşünüyorum.
Çatlak sesler çıkmasına rağmen bildirinin birlik havası estirmiş olması elbette güzel fakat ben müsaadenizle milliyetçi camianın genel durumu üzerine de birkaç söz söylemek istiyorum. Benim nazarımda günümüz Türk milliyetçileri temelde iki ayrı yol izler vaziyettedir. Bu yollardan birincisi -MHP, İyi Parti veya BBP fark etmeksizin söylüyorum- partiler yoluyla siyaset yaparak Türk milliyetçiği fikrine hizmet ettiğini düşünen, bizlere göre yaşlı olan ağabey diyebileceğimiz kimselerin tuttuğu yol. Kanaatimce Yasin İzgi’nin başta belirtmiş olduğum sorusuna MHP ve BBP’den gelecek cevap bellidir: Devletin bekası söz konusuyken diğer meseleler ikincil öneme sahiptir. Dolayısıyla bizler bugün devletin bekası meselesiyle meşgul olduğumuzdan diğer meseleler ilgi alanımızın dışındadır. İyi Parti’den gelecek toplu bir cevap olduğunu sanmıyorum zira benim nazarımda İyi Parti, muhafazakâr, liberal, milliyetçi bir koalisyonun ürünüdür. Partide esas hakimiyetin kimde olduğunu kestiremiyorum. Genel olarak muhalefet eder görünüyorlar. Parti içerisindeki milliyetçiler de iktidar kanadından gelen saldırılara -HDP ile ittifak olunması, Fetöcülük isnadı, gayri milli olma vs.- çeşitli salvolarla cevap vermekle meşguller. Siyaset mesailerinin çoğunu bu suçlamalara cevap vermeye harcayarak esas meselelere cevap üretmeye enerji bulamamaktalar.
İkinci yol ise partisiz gençlerin ve kendisini genç hissedenlerin yolu. (Gençlerin partisizliklerinin sebeplerini ayrıca oturup tartışmak gerektiğinden o mevzuya girmiyorum.) Bu gençler yakın çevreleriyle bir araya gelerek kendi oluşumlarını, dergilerini kurmak yoluna gittiler. Böylece ortaya onlarca dergi çıkmış oldu. Bu çevrelerde yeni tanışıklıklar kazanarak kısmen büyüme sağladılar. Birbirlerinin projelerine destek oldular. Yayımladıkları dergiler ve kurdukları oluşumlar büyük oranda iki şeye hizmet eder vaziyette: edebiyat ve bilim (özellikle tarih başta olmak üzere sosyal bilimler). Gençler, ağabeylerinin hır güründen ve siyasi manevralarından kaçıp kendilerine bir alan yarattılar. Bu alan onlar için harika bir atölye oldu ve olmaya devam ediyor. Oldukça da başarılı bir öğrenme sürecindeler. Harika tecrübeler ediniyorlar. Buraya kadar her şey iyi görünüyor. Peki, Yasin İzgi’nin sorusuna onlar ne cevap verirdi? Gözlemlediğim kadarıyla gençler güncel meseleler hakkında yazıp çizmekten kaçınıyorlar. Bireysel olarak her birini ele aldığımda mevcut durumdan rahatsızlık duyduklarından eminim. Bu rahatsızlığı dile getirdiklerini de biliyorum fakat bunu bir teşkilat çatısı altında yapmıyorlar, bu konuda teşkilatsızlar. Bunun sebebinin ne olabileceğine dair ben ancak spekülasyon üretebilirim ve büyük ihtimalle de tahminim realiteyi ıskalar.
Çizmiş olduğum tabloda birinci yolda gidenlerden hiçbirisini bildirinin imzacısı olarak görmedim. Keşke olsalardı dedim. İkinci yolda gidenlerin Uygur Türklerinin iadesi anlaşması üzerine söz söylemelerini iki açıdan oldukça kıymetli buldum. İlki, teşkilatlı bir tepkinin doğmuş olmasıydı. Uzun zamandır gündemdeki olaylara dair teşkilatlı bir tepkiye tanıklık etmemiştim. Meseleyi kıymetli kılan ikinci husus ise gençlerin tüm fikir ayrılıklarını, yöntem farklılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelmiş olmasıydı.
Görüldüğü üzere iki yoldan birincisi öyle “yüce” meselelere dalmış görünüyor ki “Memleketin hali ne olacak?’’ sorusuna cevap üretmekten ziyade “Memleket ne olacak?” sorusunun peşine düşmüş durumda ve “memleket elden gidebilir” teyakkuzundalar. Ağabeylerin bu vaziyette olmasına karşın gençler de neden olduğunu tartışmaya açmak istediğim bir şekilde “Memleketin hali ne olacak?” sorusu üzerine yazıp çizmekten ziyade edebiyat ve bilim ile meşguller ve bir hazırlık evresi içindeler. Umarım, bundan beş-on yıl sonra hepsi mükemmel yetişmiş birer entelektüel olarak bugünlerde hazırlığını sürdürdükleri cephaneleriyle hücuma geçeceklerdir. Peki ya bugünümüz ne olacak?
Not: Dile getirmeye çalıştığım tüm eleştiriler beni de kapsamaktadır.