Bütün Dünya’yı etkileyen Covid-19 salgınıyla pek çok şey gibi eğitim uygulama şeklimiz de değişti ve bir anda kendimizi “Uzaktan Eğitim” şeklinde eğitim verdiğimiz ve eğitimler aldığımız yeni bir öğrenme alanının içinde bulduk. Artıları ve eksileri pek fazla olan bu uzaktan eğitimi kendi alanım olan Temel Eğitim ile başlayıp genel eğitim anlayışımızı kuşbakışı değerlendirmeye çalışacağım.
Somut, yaparak ve yaşayarak öğrenmenin temeli olan anaokulu ve ilkokul eğitimin bir anda uzaktan eğitime dönüşmesi ve buz gibi ekranlardan çocuklarla iletişim kurmaya çalışmamız, bütüncül bir konu üzerinde konuşmak ve dikkatleri sürekli bir noktada toplamak pek kolay bir şey değil. Bazen omuza küçük bir dokunuş ile, bazen bir göz göze gelme ile ya da kitabında, olduğumuz yeri göstererek dikkatini toparlamasını sözel ifadelere gerek olmaksızın sağladığım öğrencilerimizin, bir anda ekranın karşısında aynı anda konuşmaya çalışmalarının nasıl gerçekleşeceğini sorgulama sürecim başladı ve pekiştireç ya da teşviklerle bunu mümkün mertebe sağlamaya çalıştık. Fakat biz 2.sınıftık. Peki ya okuma-yazma çalışmaları yeni yeni hız kazanan 1.sınıflara ne oldu? Neler olmadı ki… Derslere katılamayanlar, katılıp söz almaya çekinenler, utananlar ya da yanlış bir şey söylerim endişesiyle söz almak istemeyenler… Bir de dinleme ve ifade bakımından kendine güveni tam olan ve pek çok konuda “Ben biliyorum öğretmenim.” edâsıyla sürekli söze girmeye çalışan heyecanlı ve istekli çocuklar var. Bu birbirinden farklı çocuklar bir arada aslında hamurda eriyen ve tek bir şeye dönüşen malzemeler gibi birbirini besleyen, güçlendiren ya da törpüleyen etkileri farkında olmaksızın birbirlerine yapabiliyorlardı. Fakat uzaktan eğitime geçince sınıfta kendini bir nebze ifade eden çocuk konuşmaktan imtina eder oldu, bazen de derslere katılmak istemedi. Bunlar duygusal olumsuzluklarımız…
Sınıfın duvarlarındaki noktalama işareti hatırlatıcıları, ritmik sayma kartları ve çarpım tablosu gibi görsel hafızalarına hitap eden ve zihinlerinde daha kolay yer edecek temel bilgiler evde olmadığı için ve süreli “ders saatleri” sebebiyle derslerde anlatılanlar uzun süreli bellekte yer edemeden kısa süreli bellekten uçup gitme tehlikesi yaşadı, uçup gitti ya da evde krizi fırsata çevirebilen ebeveynler (Evden çalışma, annelerin çalışmaması ya da her şeye yetebilen süper ebeveynler) sayesinde harika yollar kat edildi. Bu yollar normal zamanda kat edilirken iletişim ve etkileşim içinde oldukları sınıf arkadaşlarıyla teneffüslerde ve derslerde paydaşlık edip onların da öğrenmelerine vesile oluyordu. Fakat uzaktan eğitimde var olan ve yetişmesi gereken bir “müfredat” olduğu için biz öğretmenler nefes almaksızın ders anlatır olduk. Şükür ki konularını bir miktar önden bitirmiş bir öğretmen olarak serbest etkinliklere vakit ayırabilme şansım oldu. Sokağa çıkma yasağı olan çocukları düşününce bu onlar için büyük ikramiye gibi bir şey… Çünkü kırk dakikalık derste bile yerinde duramayan kıpır kıpır çocuklar günlerce, haftalarca evlerinde kalmak zorundaydılar. Bunun ne demek olduğunu çocuğu olan, kardeşi olan ya da ilk pandemi sürecini evde küçük bir çocukla geçirenler çok daha iyi anlarlar diye düşünüyorum.
Bir de en büyük sorun, temas kurmama zorunluluğumuz. Oysaki insanların sevgilerini temas yoluyla hissettirmenin en mühim olduğu dönem olan Temel Eğitimde birden bire birbirimizden uzak durmamız gerekti. Herkes bir olmamakla birlikte sevgisini sarılarak, elini tutarak ya da duruma göre (Çocuğun sevgi diline göre değişebilir buradaki durum, örneğin bazı çocuklar sarılmayı çok severken bazıları daha az sevebilirler.) yanağından bir makas alarak çocuğa “Seni seviyorum, sana değer veriyorum, seni önemsiyorum.” mesajını veririz, hissettiririz. Bunun ne kadar etkili bir yöntem olduğunu 5 senelik meslek hayatımda asla unutamayacağım olaylarla tatbik ettim. Bazı çocuklar için de ismiyle hitap etmek ve “Nasılsın?” sorusu gerçek bir sevgi ifadesi ve samimi bir iletişim yöntemidir. Bu sayede kendinin kıymetli olduğunu düşünür. Buradaki kıymet egoist bir kıymet atfetmesi değil, değerli olduğunu hissetmesi ve diğer insanlara da değer atfetmesidir. Bunu temel eğitim ve özellikle ilkokul döneminde çocuklara hissettirirsek şahsiyeti ve kişiliği oturmuş bireylerin temelini atmış oluruz.
Şahsiyet ve kişilik temeli için elbette tek ihtiyaç “sevgi” değildir. Fakat en temel ihtiyaç sevgidir. Sevgiyi saygı ve değer verilme, dikkate alınma takip ederse “insan” sınıfına bir kişi daha kazandırdık demektir. Kazandırdık diyorum çünkü bu noktada sınıf öğretmenlerine büyük görev düşmektedir. Çocuktaki özel durumları, törpülenmesi ya da pekiştirilmesi gereken durumları tam hamurun yoğurulduğu zamanda, kıvamında ayarlarsak tadından yenmez ekmek misali çocuklarımızla iftihar etme hakkını kendimizde görebiliriz. Ama onlardaki yaraları sarmak yerine görmezden gelirsek toplumda yaşayacakları ve yaşatacakları her olayda payımız olacak demektir ki o zaman vay halimize…