Tarihî dönemler, fikirlerin ve yaşanmış önemli olayların etrafında oluşurlar. Zikredilen hususların yaşanmasında dönemin özellikleri etkili olurken; bazı kişilerin önemli fikriyatı, ele alınan olguların temellenmesine önayak olmaktadır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. asrın son dönemlerinde yaşadığı olumsuzluklar ve özellikle XX. yüzyılın başındaki yıkım, yeni bir kurtarma plânını gerekli kıldı. Devleti kurtaracak ve yeni bir Türk Yurdu’nun temellerini atacak olan en önemli adım, “Türkçülük” olacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atacak ve millî özellikleri haiz bir devlet oluşturacak olan Türkçülük fikrinin en büyük liderlerinden bir tanesi, şüphesiz, Yusuf Akçura idi. Çalışmamız, çocukluk yıllarından itibaren hayatın zorluğundan nasibini alan ve tarihimizin şekillenmesinde önemli rol üstlenen Yusuf Akçura’nın biyografisini konu edinecektir.
Yusuf Akçura, 1876 yılında[1], Kazan’ın Simbir şehrinde dünyaya geldi. Hasan Akçirin ve Bibî Kamer Bânû ailesinin evladı olan Yusuf, varlıklı ve kültürlü bir aileye mensup idi.[2] Ancak tarihin seyri ve kısa süre içerisinde yaşanan hadiseler, aileyi zor duruma düşürecekti. Özellikle, babasının 1878 yılında vefat etmesi, bu zorlu sürecin milâdı olacaktır. Babasının vefatını müteakip, bütün işler annesi tarafından idare edildi. Annesinin işleri yürüttüğü esnada kaza geçirmesi(1882), ailenin Kazan’dan İstanbul’a göç etmesine neden oldu. Böylece, tarihimizdeki önemli şahsiyetlerden olan Yusuf Akçura, yetişecek olduğu Osmanlı topraklarına girmişti.
1883 yılında İstanbul’a gelen Yusuf, kısa süre içerisinde İstanbul’a alışmış idi. Okul çağına gelmesi ve ilköğretim tahsiline başlaması, şehre ve ortama alışmasında kolaylık sağlamıştır. Mahmud Paşa ve Kara Hafız İptidaî Mekteplerinde ilköğrenimini tamamlayan Yusuf, 1885 yılında Koca Mustafa Paşa Rüştiyesi’ne kaydoldu.[3] Sivil eğitimin ürünleri olan okullarda okuduktan sonra, askerî eğitime başladı. Askerî eğitim hususu, Yusuf Akçura’nın yetişmesinde önem arz etmektedir. Zira Osmanlı Devleti’nin modernleşmesi askerî teşkilât üzerinden şekillendiği için askerî okullar, elit bir yapıya sahiptiler. 1892’de Harbîye Mektebi’ne başlayan genç Yusuf, gençliğin vermiş olduğu hareketlilik neticesinde, birtakım siyasî faaliyetlerde bulundu. Bu nedenden ötürü, ikinci sınıfta öğrenimine devam ederken ceza aldı ve tutuklandı. Ancak, kendisini sevdirmesi ve başarılı bir öğrenci olması hasebiyle, cezasını tamamladıktan sonra eğitimine devam etti.[4] Mezuniyetinin ardından, Jön Türk camiası ile irtibatta bulunduğu gerekçesiyle tekrardan cezaya çarptırıldı(1896). Sultan II. Abdülhamid döneminin önemli kurumu olan hafiyelik, Jön Türkler gibi cemiyetlerin takibi hususunda ciddiyetle çalışmaktaydı.[5] Cemiyetler ve muhalif gruplar ile alâkalı yaptırımlar, genellikle “sürgüne mahkûm etmek” şeklinde işliyordu. Nitekim Harbîye’den yeni mezun olan genç Yusuf ve arkadaşları, bu cezadan nasiplerini alacaklardı.
1897 yılında Trablusgarp’a sürgün olarak gönderilen Yusuf Bey, rütbesinin iade edilmesiyle birlikte mesleğini icra etti.[6] Ancak bir kere mimlenmesi, kendisini psikolojik olarak rahatsız hissetmesine neden olmuştu. Kısa süre Erkân-ı Harbîye’de öğretmenlik yapsa da, az önce zikrettiğimiz nedenden ve öğrenmeye duyduğu meraktan ötürü Avrupa’ya gitme kararı aldı. 1889 yılında Paris’teki Ecole Libre des Sciences Politiques(Siyaset Bilimi Okulu)’te öğrenimine başladı.[7] Fransa, dönemin elit ve aydın ülkesi olarak kabul edilirken; Fransızca da, dünya dili (lingua Franca) idi. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ndeki pek çok genç -diğer ülkelerde olduğu gibi-, Fransa’ya gitmenin yollarını aramaktaydı. Nitekim Ecole Libre des Sciences Politiques’te eğitime başlayan genç Yusuf, Sadri Maksudî(1878-1957) ve Ahmed Rıza(1858-1930) gibi Jön Türk ileri gelenleriyle temasa geçti.
Paris yılları, Yusuf Akçura’nın hayatında önemli bir dönemeçti. Zira yazarlık deneyimine Paris’te ikamet ettiği yıllarda başlayan Yusuf Bey, beş yıllık süre zarfında, farklı konuları inceleme fırsatı elde etmişti. Şûrâ-yı Ümmet[8]gazetesinde başladığı yazarlık kariyeri, 1904 yılında Kazan’a dönmesine kadar devam etti. Kazan’a geldiğinde çok önemli bir çalışmaya imza atacak olan Yusuf Bey, “Üç Tarz-ı Siyaset” ismini verdiği bu çalışmasını Kahire’de yayımlanan “Türk”[9] isimli gazeteye gönderdi. Gazetenin 24-34 sayıları arasında tefrika edilen eser, döneme damgasını vuracaktı. Yapısı itibariyle küçük bir makale hüviyetine sahip olan Üç Tarz-ı Siyaset, Osmanlı Devleti’nin kurtuluş yollarını bulmak ve dağılmanın önlenmesini sağlamak amacıyla yazılmıştı. Bu amaç doğrultusunda; Osmanlıcılık ve İslâmcılık fikirlerinin devleti kurtaramayacağı belirtilmiş, nihaî çıkış olarak Türkçülük fikrinin uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Osmanlıcılık fikri, bütün etnik ve dinî yapıların tek bir kalıba dökülmek suretiyle müşterek bir millet oluşturma çabası idi. Yusuf Akçura, bu fikri yapay ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir unsur olarak nitelemektedir.[10] Keza İslâmcılık fikri için de aynı hususa parmak basılmıştır. Çünkü millî kimliğin değer kazandığı bu dönemin şartlarından bir tanesi de, herkesin kendi devletini kurma çabasıydı. Burada, Ümmet-i Muhammed olup farklı etnik kökenden gelen unsurların bağımsızlık çabaları, müspet bir örnektir. Bu bağlamda; Osmanlıcılık ve İslâmcılık fikirlerinin geçersizliği ortaya konulduktan sonra, yeni ve kalıcı bir çözüm önerisi getirilmesi zarurî olmuştur. Nitekim Yusuf Akçura, bu zaruriyeti, Türkçülük fikri ile giderecektir. Yakın dönem tarihimiz incelendiğinde; sosyolojik ve tarihsel bağlamda üretilmiş en önemli eserler arasında kendisine yer bulan Üç Tarz-ı Siyaset, yayımlandığı tarihten kısa bir süre sonra eleştirilerin hedefine konuldu. Yusuf Akçura’nın görüşlerine yöneltilen eleştirilerin başında, Türk gazetesinin kurucusu olan Ali Kemâl(1867-1922) bulunmaktaydı. Ali Kemâl, Türk gazetesinde yayımladığı “Cevabımız” başlıklı makalesi vâsıtasıyla antitezini sundu. Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık gibi fikrî bloklaşmanın uygun olmadığını ifade ederek başlayan bu makale, asıl kurtuluşun her alanda yapılacak ilerlemelerle olacağını savunmaktadır.[11]
Yusuf Akçura, Kazan’a geldiği 1904 yılından itibaren önemli icraatta bulundu. Bu dönemde Japonlara karşı hezimete uğrayan Ruslar -kendi rüştlerini ispatlamak adına- Balkanlar’da ve hâkimiyet sahası içerisindeki farklı milletlere karşı mücadeleye giriştiler. Rus tahakkümü altında inleyen Rusya Müslümanlarının feryatlarını dünyaya duyurmak, Yusuf Bey’in amaçlarından bir tanesiydi. Bu mukaddes dâvasını yerine getirmek için matbuat ve siyasiyat alanlarında bilfiil çalışan Akçura, Rus hükûmeti ile müzakere hâlinde olan ekibin içerisinde yer almıştır.[12] Abdürreşid İbrahim(1857-1944) gibi önemli isimlerle birlikte yürüttüğü bu mücadeleye destek olması için “Kazan Muhbiri” adında gazete çıkardı(1905). Hızlı süren yayın hayatı, “Ulûm ve Tarih” isimli eserin neşriyle devam etti. Ancak Rusya’daki yaşantısı, giderek sıkıntılı bir hâl almaktaydı. Rus Meclisi olan Duma’ya seçilmesinden endişe duyulan Yusuf Akçura, seçimlere kadarki süreçte hapis hayatı yaşadı.[13] Hemen akabinde Çarlık otoritesinin takibatına uğraması da, Rusya’daki ömrünün nihâyetlenmesi anlamına gelmekteydi. Bu sırada Osmanlı Devleti, ikinci defa meşrutî idareye geçmiş ve Yusuf Akçura için uygun şartlar oluşmuştu.
Osmanlı, Fransa ve Rusya ekolleriyle yakından temas hâlinde bulunan Yusuf Akçura, pek çok alanda farklı düşünme kabiliyetini edinmişti. Çetin şartlar içerisinde sahip olduğu bu birikim, Türklüğün inkişafı için gayet önemliydi. Uzunca bir süre yurtdışında faaliyette bulunan Yusuf Akçura, II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle birlikte, İstanbul’a geldi(1908). Zira Osmanlı Devleti’nde birçok değişime zemin hazırlayacak olan II. Meşrutiyet Devri, fikrî açıdan oldukça mümbit bir hâlde idi. İstanbul’a geldiğinde Türk tarihi hakkında önemli çabalar göstermiş olan Yusuf Akçura, Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer almıştır(1908). Millî şuurun yayılmasını gaye edinen bu dernek, “Türk Derneği” adını taşıyan bir mecmua ile fikriyatını sunmuştur. Bu süreçte Yusuf Akçura, kısa süreliğine St. Petersburg’a ve ardından da Berlin’e gitmiştir(1909). Yaklaşık bir yıllık yurtdışı çalışmalarının ardından İstanbul’a dönecek olan Akçura, dönemin büyük isimleriyle[14] bir araya gelerek kurulan Türk Yurdu dergisinin idareciliğini üstlendi(1911).[15] Ancak Türk Yurdu dergisinin yayın hayatına başladığı 1911 senesi, Osmanlı Devleti’nin bitmek bilmeyen savaşlar silsilesini başlatacaktı. Bu silsilenin ilk durakları arasındaki Trablusgarp(1911-1912) ve Balkan Savaşları(1912-1913)’nın beraberinde getirdiği yıkım ve çöküntü, Yusuf Akçura gibi Türkçü ediplerin millî hissiyatını daha da alevlendirmişti. Bu doğrultuda, Türkçü derneklerle ilişkilerini sıkılaştırdı ve önemli bir fikir adamı hâline geldi. Fikrî mücadelenin yanı sıra dönemin elit okulları olan Harbîye ve İstanbul Darülfünûnu gibi okullarda dersler verdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atacak olan hususlara temas eden Türk Yurdu dergisi, Dünya Savaşı’nın başlamasından itibaren daha keskin bir yapıya büründü. Bu bağlamda; saf bir Türkçe oluşturmak[16]; Anadolu insanının kültürel birikimini araştırarak kültür seviyesini yükseltmek[17]; millî iktisat doğrultusunda bir burjuva sınıfı oluşturmak[18]; gerçekçi ve millî bir edebiyat vücuda getirmek gibi pek çok emel, Türk Yurdu yazarlarının amaçları arasındaydı. Çoğunlukla Ziya Gökalp ve fikriyatına katılan aydınların ileri sürdüğü bu görüşler, Yusuf Akçura’nın eleştirisine neden olmuştur.[19] Zira her iki tarafın toplum anlayışları arasında uçurumları andıran farklar bulunmaktaydı. Özellikle iktisadî politika belirleme hususunda ayyuka çıkan ayrışma, önemli anekdotları bünyesinde barındırmaktadır. İttihat ve Terakki yönetimine kadarki süreç içerisinde iktisadî güç -büyük oranda- gayrimüslim tebaanın elindeyken; İttihat ve Terakki ile birlikte Türk burjuva sınıfı oluşturulmaya başlandı. Modern Türkiye için gayet önemli olacak olan bu gelişme, menfi çatışmaları ve yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Özellikle Dünya Savaşı sırasındaki karaborsacılık faaliyetleri, birkaç yıldan beri üzerinde çalışılan Türk burjuvazisinin henüz hazır olmadığını göstermektedir. Bu sebeple Yusuf Akçura, millî iktisat başta olmak üzere, uygulanmakta olan pek çok fikirden uzaklaşmıştır.
Türk milletinin inkişafı gibi ulvî bir hedef doğrultusunda faaliyetlerde bulunan Yusuf Akçura, yerli ve yabancı topluluklara üye seçildi. Giderek ününü artırması ve siyasî arenada bilfiil varlık göstermesi, Yusuf Akçura’nın göz önünde olmasına ve hedef konumuna gelmesine neden olmaktaydı. Nitekim Osmanlı Devleti’nin Almanya ile birlikte saf tutmaktan başka çaresinin olmadığı fikrini destekleyenler arasında bulunan Yusuf Akçura, savaş esnasında birtakım faaliyetlerde bulundu. Rusya sahasında yaşamakta olan Türk-Tatar topluluklarının içtimaî ve siyasî açıdan haklarını korumayı amaçlayan cemiyetin idareciliğini üstlenmesi, bu durumun en müspet göstergelerinden bir tanesidir.[20] Bu cemiyet vâsıtasıyla pek çok konferans veren Yusuf Akçura, Milletler Konferansı(1916)’nda dikkatleri üzerine çekti. 1916’daki başarılarının ardından, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti murahhas(delege)ı olarak İskandinavya’ya gönderildi. Burada, Osmanlı esirlerinin mübadele yoluyla serbest bırakılması hususunda önemli girişimlerde bulundu(1917).
1916’nın son aylarından beri giderek zayıflamakta olan İttifak Devletleri, 1918 yılında, Dünya Savaşı’ndan mağlûp olarak ayrılıyorlardı. İttifak Bloku nezdinde bir “paratoner” vazifesi gören Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesi çerçevesinde, mağlûp olduğunu kabul etmekteydi. Türk tarihi içerisinde değerlendirildiğinde büyük bir yaptırım olan bu mütareke, Anadolu’nun İtilâf Devletleri tarafından işgâl edilmesini de beraberinde getirdi. Özellikle 15 Mayıs 1919 tarihinde gerçekleşen İzmir’in İşgâli hadisesi, Türk-İslâm âleminin topyekûn ayaklanmasıyla neticelenecekti. Nitekim savaş yıllarının getirdiği yıkım ve yorgunluktan nasibini alan Yusuf Akçura, İstanbul’a döndüğü 23 Ağustos 1919 tarihinde, bu feci tabloyla karşılaşmıştı. Yıllarca “Türk Yurdu” için yazılar kaleme alan Yusuf Akçura, yurdunun işgâline ve işgâlcilerin ahlâksız teşebbüslerine karşı hareketlenme niyetindeydi. Bu niyetini fiiliyâta dökmek için, Anadolu’da alevlenen millî harekete destek vermeye başladı. Bir yandan Türk Ocağı’ndaki faaliyetlerini sürdürmekte iken, diğer yandan da Ahmed Ferit Bey(1878-1971)’in kurduğu “Millî Türk Fırkası[21]”na katıldı(1919).[22] Nitekim işgâlci güçlere karşı İstanbul’da düzenlenen protestolara katıldığı için İngilizler tarafından tutuklandı. Kısa sürecek olan mahpus hayatı, Yusuf Akçura’nın hayatında önemli değişikliklere zemin hazırladı. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından millî hâkimiyete dayalı devlet kurma çabaları, Yusuf Akçura’nın ülküsü idi.[23]Nitekim 1920 yılında İngilizler tarafından serbest bırakılan Yusuf Akçura, evlendi ve Anadolu’ya geçmek suretiyle Millî Mücadele’ye destek verdi.
Mücadeleci kimliğini cephede dahi sürdüren Yusuf Akçura, Cumhuriyet’imizin ilânından sonraki süreçte, Gazi Paşa’ya en yakın isimler arasında yer aldı. 1924 yılında İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye giren Akçura, ilerleyen süreçte Kars milletvekilliği yaptı. Nitekim Kars milletvekili iken vefat etti(1935). Vekillik faaliyetinin yanı sıra, Ankara’da kurulan Adlîye Hukuk Mektebi’nde tarih dersleri vermeye başladı(1925). Tarihçiliğimiz açısından çok önemli olan Türk Tarih Tetkik Cemiyeti(TTTC)’nin kurulmasında ve icraatında büyük fedakârlıklar gösterdi. Bilgi birikimi ve olayları yorumlama kabiliyeti sayesinde önemli tespitlerde bulunabilen Yusuf Akçura, 1932 yılında TTTC Başkanlığı’na atandı. Dönemin yükseköğretim kurumları olan darülfünûnların istenilen düzeyde olmaması, Atatürk’ü, bu alanda ıslahat yapmaya yöneltti. 1933 yılında gerçekleştirilen Üniversite Reformu ile birlikte modern anlamda teşkilâtlanmaya başlayan üniversiteler, öğretim üyesi bakımından yeterli kadroya sâhip değildiler. Nitekim modernizasyon faaliyetleri devam ederken, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’ne, “Yakınçağ Tarihi Profesörü” olarak atandı(1934). Ancak ömrü vefa göstermeyince akademik çalışmalarını devam ettiremedi ve 1935 yılının 11 Mart gününde vefat etti.
Türk milliyetçiliğine yaptığı hizmetlerle tanınan Yusuf Akçura’nın vefatı, öğrencileri ve kendisini tanıyan insanlar tarafından üzüntüyle karşılanmıştır. 12 Mart gününden itibaren bu haberi paylaşan gazeteler; “Müessif Bir Ölüm”[24], “Elim Bir Kayıp”[25], “Hazin Bir Ölüm”[26] gibi başlıklar atmak suretiyle Yusuf Akçura’ya duyulan saygıyı ifade etmişlerdir. 13 Mart Çarşamba günü Şemsi Paşa Mescidi’nde kılınan cenaze namazının ardından, Yusuf Akçura için tören düzenlendi. Üniversite öğrencileri, Millî Türk Talebe Birliği(MTTB), İstanbul Halkevi ve ahalinin katılımıyla gerçekleşen törende, Yusuf Akçura’nın şahsiyetinden ve hizmetlerinden bahsedildi.[27] Törenin nihâyetinde Yusuf Akçura’nın naaşı, Edirnekapı Kabristanı’na defnedildi. Cumhuriyet gazetesinin 13 Mart 1935 tarihli sayısında Yusuf Akçura’nın kısa bir biyografisini yayımlayan Ağaoğlu Ahmed Bey(1869-1939), Yusuf Akçura’nın Türk milliyetçiliğine yaptığı katkıları anlatırken, kendisinin şehâdet ettiği anekdotlara da yer vermektedir.[28] Yusuf Akçura’nın vefatı(11 Mart), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin 15 Mart 1935 tarihinde düzenleyecek olduğu baloya denk gelmişti. Prof. Yusuf Akçura’nın vefatının hemen akabinde balo düzenlenmesinin uygun olmayacağı kanaatine varan Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti, baloyu, 20 Mart gününe ertelemiştir.[29]
Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden bir tanesi olan Yusuf Akçura, pek çok eser üretmiştir. Dönemin diğer milletçileri arasında bulunan Abdürreşid İbrahim ve Ziya Gökalp gibi şahsiyetlerle fikrî etkileşimde bulunmuştur. Ancak François Georgeon’a göre, Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura arasında derin farklar bulunmaktadır. Bu farklar arasında; Yusuf Akçura’nın uzun müddet Türk milliyetçisi olması ve Ziya Gökalp’in Türkçülükten önce İslâmcı bir anlayış gütmesi gösterilmiştir.[30] Böylece Yusuf Akçura, ilk fikirlerini dahi Türkçülük üzerine kurmuş bir fikir adamı statüsündedir. Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde Yusuf Akçura, Türk milliyetçiliğinin ve tarihimizin önemli fikir adamlarından bir tanesidir.
BİBLİYOGRAFYA
- A. Gazeteler
- Akşam: 12 Mart 1935; 14 Mart 1935.
- Cumhuriyet: 12 Mart 1935; 14 Mart 1935.
- Milliyet: 12 Mart 1935; 14 Mart 1935.
- B. Kitaplar ve Kitap Bölümleri
- AKÇURA, Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara, TTK, 2019.
- ________, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, İstanbul, Özdemir Basımevi, 1978.
- GEORGEON, François, Osmanlı-Türk Modernleşmesi 1900-1930, Çev.: Ali Berktay, İstanbul, YKY, 2020.
- TEMİR, Ahmet, Yusuf Akçura, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987.
- C. Makaleler, Ansiklopedi Maddeleri ve Tezler
- AKÇURA, Yusuf, “Milliyetçilik, Halkçılık”, Siyaset ve İktisat, İstanbul, Yeni Matbaa, 1340(1924), ss.137-140.
- AĞAOĞLU, Ahmed, “Yusuf Akçora”, Cumhuriyet, 13 Mart 1935, s.3.
- BERK, Ercüment, “Yusuf Akçura ve Fikirleri”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi(TAED), S.59, 2017, ss.479-509.
- DENİZ, Filiz, “Yusuf Akçura, Hayatı, Eserleri ve Fikirleri”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1996.
- Erdoğan, “Osmanlıcanın Yazısı, Lügati, İmlâsı, Kavaidi, Edebiyatı ”, Türk Yurdu, Y.2, C.III S.12, ss.354-360.
- GÖKALP, Ziya, “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak – II”, Türk Yurdu, Y.2, C.III, S.12, ss.367-370.
- KANLIDERE, Ahmet, “Yusuf Akçura ve Kuzey Türkleri”, Sosyoloji Dergisi, S.18, 2009, ss.235-258
- KOŞAY, Hamit Z., “Yusuf Akçura”, Belleten, C.XLI, S.162, 1977, ss.389-400.
- LANDAU, Jacop M., “Yusuf Akcura”, Encyclopaedia of Islam, V.11, Leiden, Brill, 2002, ss.356-357.
- M. Zühdü [İNHAN], “Ziraat Memleketi miyiz?”, Türk Yurdu, Y.5, C.X, S.105, ss.74-81.
- ________, “İktisat Yılı”, Türk Yurdu, Y.3, C.VI, S.63, ss.8-11.
- Necip Âsım [KATIKSIZ], “Dilimiz, Musikîmiz”, Türk Yurdu, Y.7, C.XIV, S.7, ss.221-225.
- TEKİN, Emrullah, “Hafiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.15, İstanbul, 1997, ss.115-116.
- YÜCE, Nuri, “AKÇURA, Yusuf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.2, İstanbul, 1989, ss.228-229.
- [1] Yusuf Akçura’nın doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca, doğum yılına dair iki farklı görüş bulunmaktadır. Kendisi tarafından kaleme alınan “Türk Yılı” isimli eserinde 1879 yılında doğduğunu ifade etmiştir. Ancak günümüzde yapılan çalışmalar, Yusuf Akçura’nın, 1876 yılında doğduğunu ortaya koymaktadır.
- [2] Filiz Deniz, “Yusuf Akçura, Hayatı, Eserleri ve Fikirleri”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996, s.13.
- [3] Nuri Yüce, “AKÇURA, Yusuf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.2, İstanbul 1989, s.228; Deniz, s.13.
- [4] Yüce, s.228.
- [5] Emrullah Tekin, “Hafiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.15, İstanbul, 1997, s.115.
- [6] Ahmet Temir, Yusuf Akçura, Ankara 1987, s.28; Hamit Z. Koşay, “Yusuf Akçura”, Belleten, C.XLI, S.162, 1977, s.393.
- [7] Jacop M. Landau, “Yusuf Akcura”, Encyclopaedia of Islam, V.11, Leiden 2002, s.356; Temir, s.28.
- [8] 1902 yılında Paris’te yayın faaliyetlerine başlayan Şûrâ-yı Ümmet gazetesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı idi. Yayın faaliyetlerini 1910 yılına kadar devam ettirecek olan gazete, Osmanlı Devleti’nden yurtdışına kaçmak zorunda kalan Jön Türklerin sığınağı durumundaydı. Şûrâ-yı Ümmet gazetesi hakkında detaylı bilgi için bkz. Şükrü Hanioğlu, “Şûrâ-yı Ümmet”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.39, İstanbul, 2010, ss.240-242.
- [9] Türk, Ali Kemâl tarafından Kahire’de çıkarılmış bir gazetedir. Haftalık olarak yayınlanan gazete, 1903-1907 tarihleri arasında yayın faaliyetlerini sürdürmüştür.
- [10] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara 2019, s.17.
- [11] A.g.e., ss.41-50.
- [12] Ahmet Kanlıdere, “Yusuf Akçura ve Kuzey Türkleri”, Sosyoloji Dergisi, S.18, 2009, s.237; Kurat, s.409.
- [13] Temir, s.38.
- [14] Türk Yurdu dergisinin kurucuları arasında Akçuraoğlu Yusuf, Mehmed Emin, Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Ağaoğlu Ahmed, Hüseyinzâde Ali gibi önemli şahsiyetler bulunmaktadır.
- [15] Ercüment Berk, “Yusuf Akçura ve Fikirleri”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi(TAED), S.59, 2017, s.485; Landau, s.356.
- [16] Erdoğan, “Osmanlıcanın Yazısı, Lügati, İmlâsı, Kavaidi, Edebiyatı ”, Türk Yurdu, Y.2, C.III S.12, s.360; Ziya Gökalp, “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak – II”, Türk Yurdu, Y.2, C.III, S.12, s.369.
- [17] Necip Âsım[Katıksız], “Dilimiz, Musikîmiz”, Türk Yurdu, Y.7, C.XIV, S.7, s.222.
- [18] M. Zühdü[İnhan], “Ziraat Memleketi miyiz?”, Türk Yurdu, Y.5, C.X, S.105, s.81; M. Zühdü[İnhan], “İktisat Yılı”, Türk Yurdu, Y.3, C.VI, S.63, s.8.
- [19] François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi 1900-1930, Çev.: Ali Berktay, İstanbul 2020, s.93.
- [20] Temir, s.49.
- [21] Millî Türk Fırkası; II. Meşrutiyet Devri’nde kurulan ve siyasî ömrü az olan, Millî Meşrutiyet Fırkası’nın devamı niteliğindeki siyasî teşekküldür. Ahmed Ferit [Tek], Abdülkadir Câmi [Baykurt], Mustafa Suphi, Mustafa Zühtü [İnan] gibi şahsiyetler kurulan Millî Meşrutiyet Fırkası, “Osmanlıcılık” ilkesini uygulamaktaydı. Nitekim Ekim 1919’da kurulan ve Anadolu’daki Müdafaa-i Millîye Hareketi’ne destek veren Millî Türk Fırkası, bu tutumu yüzünden, dönemin diğer siyasî teşekkülleri tarafından dışlanmaktaydı. Fırkanın kurucuları arasında; Mehmed Emin [Yurdakul], Ahmed Hikmet [Müftüoğlu], Hamdullah Suphi [Tanrıöver], İsmail Hakkı [Baltacıoğlu] gibi isimler bulunmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler, C.II, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yay., 1988, s.531-535; Merve Dumlu, “Millî Meşrutiyet Fırkasından Millî Türk Fırkasına İfham Gazetesi”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Erzurum, 2019.
- [22] Temir, s.63; Deniz, s.98.
- [23] Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, İstanbul 1978, s.231; Yusuf Akçura, “Milliyetçilik, Halkçılık”, Siyaset ve İktisat, İstanbul 1340(1924), s.137.
- [24] Akşam, 12 Mart 1935, s.2.
- [25] Cumhuriyet, 12 Mart 1935, s.3.
- [26] Milliyet, 12 Mart 1935, s.6.
- [27] Milliyet, 14 Mart 1935, s.1; Akşam, 14 Mart 1935, s.5.
- [28] Ahmed Ağaoğlu, “Yusuf Akçora”, Cumhuriyet, 13 Mart 1935, s.3
- [29] Cumhuriyet, 14 Mart 1935, s.3; Milliyet, 14 Mart 1935, s.2.
- [30] Georgeon, s.91-92.